Süreci kim sulandırıyor, kim sahip çıkıyor?

29.07.2025 medyascope.tv

29 Temmuz 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Evet, yine süreç konuşacağım. Kimileri çok bozuluyor ama olsun, konuşacağım. Çünkü dün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın süreçle ilgili söylediklerine baktım. Şunu öncelikle söylemek lazım. Cumhurbaşkanı Erdoğan nihayet bu olayı sahiplendi. Kızılcahamam'da ilk yaptığı konuşmada sahiplenmişti. Şimdi böyle devam ediyor ve "terörsüz Türkiye" diye tanımlıyor süreci tabii ve süreci bir ‘‘millet projesi’’ olarak tanımlıyor, ‘‘bütün milletin projesi’’ olarak tanımlıyor. Bunun sulandırılamayacağını söylüyor. ‘‘Pek çok şeyin kazası olur ama bu konuda süreci sulandırmanın mazereti olmaz’’ diyor, ki bence de doğru. Çünkü çok kritik bir şey bu olay, yaşadığımız olay. Burada yaşanacak olan büyük bir kazanın faturası çok çok ağır olur, yani başlanılmış bir şeyden dönülmesi. Bir önceki, mesela diyelim ki geçen yılın Ekim ayında Bahçeli'nin çıkış yapmasından önce Türkiye'de bir statüko vardı. Uzun süredir süren bir statüko vardı. PKK ülke içerisinde etkili değil ama Irak'ın kuzeyinde konumlanmış durumda ve esas alanı Suriye ve de İran'da da bekleme hâlinde bir örgüttü ve şimdi orada da olaylar değişmeye başladı. Silah bırakacağını söylüyor örgüt. Bunun Suriye'ye, İran'a, Irak'a da yansımaları olacak ama en büyük olay da Türkiye'de olacak. Bir daha eski statükoya dönmek mümkün değil. Eğer burada bir hata yapılırsa o zaman işimiz çok çok zor olacak. Buna çok eminim. Özellikle de bu sürece inananlar için, bu süreç için katkı verenler için çok daha zor bir şey olacak. Çünkü bir kere çok büyük bir hayal kırıklığı. Artık bir daha hayalin kurulamayacağı son hayal kırıklığı olur. Bir de tabii bunun faturası olacak. Bu faturayı süreci bozanlar değil, sürecin bozulmasına neden olanlar değil, bozulmaması için uğraşanlar ödeyecek. Bunu öncelikle söylemek lazım.
Erdoğan'ın dünkü kabine toplantısından sonra yaptığı konuşmada CHP'ye yönelik söyledikleri ilginçti. Diyor ki, ‘‘Ana muhalefet partisi için bulunmaz bir fırsattır bu süreç’’ diyor, ‘‘iş birliği çağrımızı yineliyoruz’’ diyor. Hâlbuki iş birliği çağrısı yoktu. Kızılcahamam toplantısında yaptığı konuşmada ne dedi? "Biz AK Parti, MHP, DEM Parti birlikte yapıyoruz bu süreci" dedi ve konuşmasını bitirdi. Sonra itirazlar gelince toparlanmaya çalışıldı ama Erdoğan'ın dünkü gibi açıktan, daha önce de yaptığı, daha sonra telafi etmek için yaptığı konuşmalarda CHP'nin adını vermeden tüm partilere çağrı yaptığını söyledi. Şimdi ama esas hedef olarak CHP'yi aldı ve CHP'ye çağrıda bulunuyor. Çünkü CHP'nin komisyona girip girmeyeceği meselesinde birtakım tartışmalar var. CHP'ye bir şekilde ihtiyacı olduğunu Erdoğan kabul etmiş oldu diyelim. Ya da şunu yapacak: "Ben çağırdım gelmedi" diyecek. O da olabilir. Fakat ben daha olumlu bakmak istiyorum ve nihayet Erdoğan, CHP'siz bu işin olmayacağını kabullenmiş diyorum.
Şimdi sulandırma meselesine gelince ve sahip çıkma meselesine gelince… Bakın, Medyascope’u izleyenler, beni izleyenler bilir. Ekim ayından beri yaptığım yayınlarda, yazdığım yazılarda, konuklarla yaptığım söyleşilerde belli bir duruşum oldu. Çok fazla bir şey bilmememize rağmen burada pozitif yaklaştık ve bu iş olsun istedik. Ama tabii ki objektif bir şekilde şartları değerlendirdik ve değerlendireceğiz. Yani olsun istiyoruz diye eğip bükmedik. Kimileri manipülasyon yaptığımızı falan söylediler, ki hiçbir şekilde alakası yok. Tamamen gazeteciliğin evrensel kriterleri ekseninde bir yayıncılık yaptık. Ama bu işin Türkiye için ne kadar iyi bir şey olabileceği düşüncesinden hiçbir zaman vazgeçmedik. Ve ben kendi deneyimimden hareketle bakıyorum; sulandırma denen husus, sahip çıkmama denen husus her kesimde var, her kesimde. Muhalefette de var. Muhalefetin içerisinde yer alan kesimlerde de var. Yani şeyleri saymıyorum, Zafer Partisi, İYİ Parti gibi zaten buna kategorik olarak karşı çıkanları saymıyorum. Onlar açık ve net bir şekilde "Biz böyle bir şey istemiyoruz kardeşim" diyorlar. Ama bir diğer yandan "istiyoruz ama… barış tabii ki iyi ama… silahların susması tabii ki iyi ama…" diye başlayan cümlelerin her yerden geldiğini gördüm ve öyle de devam edecek sanki. İşin en çarpıcı yönü şu: AK Parti cenağından bu sürece sahip çıkan doğru dürüst hiç kimse yok. Geçen Mehmet Metiner bir yazı yazdı Yeni Şafak'ta, o CNN Türk'ün "Mazlum Abdi’ye sabotaj" dezenformasyonu üzerine ve orada bayağı bir ‘‘isim vermeyeceğim ama’’ diyerek AK Parti içerisinde sürecin nasıl sahipsiz kaldığını yazdı. Açıkçası şunu söylüyor, ki "Reis" diyor, "Erdoğan ve Ömer Çelik'ten başka kimse çıkıp konuşmuyor" diyor. Erdoğan'ın konuşması da çok yakındır. O "Reis" dediği için ona öyle bir önem atfediyor ama… Ömer Çelik, tamam, sözcü olarak bu konuda bir şeyler söylüyor. Ama ilginç bir şekilde bu olayın sahibi İbrahim Kalın gibi oldu. Yani bu olayın taşıyıcısı İbrahim Kalın gibi oldu. Yeni yeni Meclis Başkanı birazcık devreye giriyor, komisyon için filan. Ama onun dışında iktidar çevrelerinden… O kadar medyası var iktidarın değil mi, doğrudan denetlediği, emirle yazı yazan? Hiçbir şekilde bu süreçle ilgili bir kamuoyu oluşturmak, insanların bu konuda kafalarındaki tereddütleri gidermek yolunda ben bir şey görmedim. Gören varsa bana yollasın. Erdoğan konuştukça yapıyorlar. Onun dışında, adım gibi eminim, büyük bir kısmı "Nereden çıktı bu şimdi?" diyor. Adım gibi eminim.
Dün baktım Erdoğan'ın konuşmasının olduğu günün bütün gazetelerine, iktidar gazetelerinin manşetinde ‘‘Erdoğan… Sürece sahip çıkmak… Bu millet projesidir’’ diye… 4-5 tane iktidar yanlısı gazetenin köşe yazarlarına baktım. Abdülkadir Selvi'nin "CHP komisyona girecek mi?" yazısı dışında bir eski PKK'lının, ki yıllardır iktidarın medyasında olan, onun Suriye üzerine yazdığı tam ne dediği anlaşılmayan yazısını saymazsak hiçbir yazı yok. Ne var? Yine 19 Mart, Özgür Özel, CHP ile dalga geçmek, şu bu. Yani bir "kollar sıvanmış sürece sahip çıkılıyor" falan böyle bir şey yok. İstemiyorlar. Nasıl söyleyeyim? Tabii ki talimat gelince yazacaklar, edecekler ama o talimat da gelmiyor. Bu sürecin de zaten en büyük sorunu bence, yani birçok sorunu var ama, burada bir halkla ilişkiler çalışması yok. Şeffaflık beklentisi var, bu tamamen yok. Tamam, bazı şeyler gizlidir ama bazı şeylerin de açıkça anlatılması lazım. Bu konuda hiçbir çaba yok. Bir yapılanma yok. Yani bunun bir sahibi olur ve o sahibi bu sürecin halka anlatılmasını, kamuoyuna anlatılmasını sağlar. Birden fazla kamuoyu var. Yani süreci isteyen Kürtler, süreci isteyen Türkler, istemeyen Kürtler, istemeyen Türkler, birçok şey var ve soru işaretleri var. Bu soru işaretlerini gidermeye yönelik ortada bir kurum yok, şahıs yok. Bunun bir sahibi yok. Sahibi gibi olan bir kişi var, o da MİT Başkanı ama o da konumu gereği kamuoyunun karşısına çıkabilecek birisi değil. Böyle kalakaldık aslında, Devlet Bahçeli ve Abdullah Öcalan. Devlet Bahçeli yaptığı açıklamalarda bunu sahipleniyor. Bunu anlatıyor. Abdullah Öcalan’ın da bir şekilde görüşme notlarının sızması vesaire sayesinde ne dediğini birazcık anlıyoruz. Onlar bu konuya çok angaje olmuş durumdalar ve her vesileyle bunu söylüyorlar. Bu konuyu savunuyorlar.
Ama Erdoğan sahiplenmekle birlikte hâlâ çok da fazla topa girmek istemiyor. Yani "Kim bunun sahibi, kim bunu taşıyacak, kim sulandırıyor, sulandıranlara karşı ne demek lazım?" falan bunlar yok. Kürt hareketi sahipleniyor tabii ama onların zaten yakın bir zamana kadar kriminalize edildikleri için çok fazla genel kamuoyuna ulaşma imkanları da yok. Aynı zamanda kendilerinin de bu konuda çok da başarılı bir performans sergilediklerini düşünmüyorum. Onlar da "aman sürece zarar gelmesin" diye genel olarak sessizliği, genelgeçer laflarla konuşmayı tercih ediyorlar. Yani bu hâliyle giderse kimsenin sulandırmasına gerek kalmadan bu süreç pekâlâ ağaca çıkabilir. Şimdi bunu asla istemeyen birisi olarak bunu söylemek boynumun borcu. Çünkü bu kadar kendi hâline bırakılarak… Çünkü herkes ‘‘Bir yerde olay patlak verirse, dağılırsa benim üzerime kalmasın’’ diye elini sürmekten çekiniyor. Çok az kişi var bunu yapan. Bu çok riskli bir şey. Gerçekten çok riskli bir şey. Yani şu anda bu söylediklerimden dolayı ya da daha önce yaptığım yayınlardan dolayı bu süreç bozulursa başıma gelecek çok şey var. Gelebilir, önemli değil. Ama sorun şu: Türkiye'nin bu sürece ihtiyacı var, bu çözüme ihtiyacı var. Ve Erdoğan'ın daha fazla aktif olması, daha fazla bu olaya enerji harcaması ve birtakım somut yönlendirmeler yapması lazım. Böyle ucundan tutarak, arada konuşarak, "Milletin projesi, hadi ana muhalefet gel" diyerek tek başına olacak bir şey değil. Bu kamuoyunun oluşturulmasında devletin imkanları çok çok büyük. O imkanların birazcığını bu işe verirlerse belki bir şeyler olur. Bir de tekrar söylüyorum, aslında söylemesem daha iyi. O yazarlar, çizerler yazmasa daha iyi aslında. Şimdi birden aklıma geldi de, böyle daha iyi. Onların savunduğu bir şeye insanların ‘‘iyi bir şey’’ diye bakması çok mümkün değil. Onun için savunmasınlar. Başka işlerle, Ekrem İmamoğlu'yla, Özgür Özel'le uğraşmaya devam etsinler. Neyse.
Bu yayını Sezen Aksu'ya ithaf etmek istiyorum. Birçok nedeni var ama her şeyden önce gerçekten birçoğumuzun olduğu gibi benim de hayatımda çok önemli yeri olan bir sanatçı. Onun şarkılarıyla büyüdük demeyeceğim ama belli bir yaştan itibaren hâlâ dinliyoruz, ediyoruz. Gerçekten istisnai bir yere sahip. Ve benim kişisel olarak şöyle bir derdim var: Kendisiyle tanışmadım. Tanışmak istedim ve bir şekilde kendisine sonuçta ulaştım. Telefonla konuştum ama bir türlü hâlâ tanışamadık. Müge ile ilk fırsatta kendisiyle tanışmak istiyorum. Yani ne konuşacağım bilmiyorum ama burada söylediklerimin biraz daha uzununu ona anlatmak istiyorum. Gerçekten ona çok şey borçluyum, borçluyuz. İyi ki Sezen Aksu var. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
03.08.2025 Türk solu bu sürecin neresinde?
01.08.2025 Beklenen komisyon kuruldu ve gözler yine CHP’nin üzerinde
31.07.2025 Türkiye hâlâ İslam dünyası için bir model mi?
29.07.2025 Süreci kim sulandırıyor, kim sahip çıkıyor?
27.07.2025 “Ulus devletçi değil demokratik ulusçuyum” diyen Öcalan’ın “demokratik entegrasyon” önermesi Kürtler için ne anlama geliyor?
27.07.2025 Beyaz Toroslu savcılar ülkesinde barış nasıl olabilir?
25.07.2025 İmamoğlu ve Özel’in süreç hakkındaki kaygıları haklı mı?
25.07.2025 Haftaya Bakış (277): Meclis komisyonu belirsizliği | CHP'nin yol haritası ne ola-cak?
25.07.2025 Prof. Mesut Yeğen ile CHP’nin yeni çözüm süreciyle sınavı
24.07.2025 Ekrem İmamoğlu, ifadesini alan Beyaz Toroslu savcıyla tartışmasını ilk kez Ruşen Çakır’a anlattı: “Bana ‘yarın siz Cumhurbaşkanı olursunuz, o zaman siz bizi yargılarsınız’ dedi”
03.08.2025 Türk solu bu sürecin neresinde?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı