Prof. Erol Katırcıoğlu ile söyleşi: Öcalan’ın Marksizm eleştirilerine Türk solundan tepkiler

11.12.2025 medyascope.tv

11 Aralık 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Cumartesi ve pazar günü İstanbul'da yapılan, DEM Parti'nin düzenlediği Barış ve Demokrasi Uluslararası Konferansı'na Abdullah Öcalan bir metin yolladı, mesaj yolladı. Uzun bir mesaj ve burada bir sosyalizm tarifi yaptı. Marx'a yönelik, Karl Marx'a yönelik eleştiriler dile getirdi ve bu Türkiye'de sol harekette tartışmalara yol açtı. Çok kişi kızdı, az kişi bunları ciddiye alalım dedi. Bu az kişilerden birisi Profesör Erol Katırcıoğlu şu anda konuğumuz. Kendisiyle bunu konuşacağız. Erol, hoş geldin.
Erol Katırcıoğlu: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Sen aslen ekonomistsin, profesörsün.
Erol Katırcıoğlu: Evet.

Ruşen Çakır: Ve sol hareketten geliyorsun. Türk solundan geliyorsun diyelim ama bir dönem HDP'de parti meclis üyeliği ve de milletvekilliği yaptın.
Erol Katırcıoğlu: Evet. Doğru.

Ruşen Çakır: Ama şu anda fiilen DEM Parti’yle bir ilişkin var mı?
Erol Katırcıoğlu: Hayır. Yani gönülden partili olarak devam ediyorum ama bir görevim yok yani eğer onu söylüyorsan.

Ruşen Çakır: Evet. Şimdi Öcalan meselesi öteden beri Türk solunun, Türkiye'deki sosyalist hareketin bir meselesi aslında; Öcalan ve PKK meselesi. Nasıl bakmak konusu... Kimileri çok yaklaştı, kimileri çok karşısında oldu; inişli çıkışlı bir şeydi. Ama o daha çok örgütsel bir olaydı. Şimdi Öcalan bunu bir ideolojik platforma taşıdı. Ne diyorsun? Ben oradaydım. Sen de oradaydın dinlenirken. Daha önceden biliyordum zaten Öcalan'ın bu eleştirilerini ama buradaki şeyini dinleyince bir acayip oldum ben de solcu birisi olarak.
Erol Katırcıoğlu: Evet.

Ruşen Çakır: Ama konuk sensin. Sen konuşacaksın.
Erol Katırcıoğlu: Şöyle söyleyeyim; bu eleştirilerin bir kısmının esasında, daha doğrusu genel olarak haksız olduğunu düşünüyorum ben, yani onu baştan söyleyeyim. Çünkü Öcalan bir şey söylüyor ama Öcalan bunu 26 yıl hapishanede yaşamış ve gerçekten birçok kitap okumuş ve çağdaş tartışmaları da bir ölçüde izlemiş olan biri olarak bunları söylüyor bize. Ve sadece Öcalan söylemiyor bunları. Öcalan'ın kendine ait bir yorumu var belki ama Marksist bir kapitalizm yorumunun eleştirisi çok yapıldı. Yani Batıda özellikle; ne bileyim Alman Axel Honneth'ten işte Nancy Fraser'a kadar veya işte Chantal Mouffe'a kadar birçok insan kapitalizmin geldiği yeri dikkate alarak, yani Marx'ın zamanında olmayan bir kapitalizmin, yaşanan kapitalizmin özellikleri üzerinden giderek ama yine Marksist bir perspektifi de bir anlamıyla taşıyarak durumu analiz edip yeni yorumlar yapmaya çalıştılar ve bu yanlış bir şey değil sonuç olarak. Çünkü gerçekten de Marx bir zamanda yaşadı, belli bir zamanda yaşadı, yaşadığı dönemin sorunlarını benim gördüğüm kadarıyla gerçekten çağında en parlak akıllardan biri olarak kavradı ve insanlığa bir perspektif oluşturdu. Ama Marx'ın kendisi de zaman zaman söylemiştir, yani katı yorum yapmak gerekmiyor. Yani daha doğrusu dini bir perspektiften giderek tartışılmaz metinler yazdığını söylemiyor. Tam aksine tartışılacak metinler yazdığını söylüyor ve tartışılması gerekiyor. Nitekim Sovyetler Birliği'nin, yani 1917 devriminin gerçekleşmesiyle ilgili olan fikriyatın esasında Marksist bir, yani Lenin'den kaynaklanan bir fikriyattı ama Lenin de Marx'a dayanıyordu sonuç olarak. Ama Marx'ın söylediklerinin ötesinde farklı şeyler söylemeye başladılar. Çünkü Marx'ın zamanında kapitalizm bildiğimiz sanayi kapitalizmiydi. Ama özellikle 1900'lü yıllara geldiğimizde kapitalizm yapısı itibarıyla bir farklılık yaşamaya başladı. Finans kapital dediğimiz, yani şirketler dünyasında banka ve sanayi sermayesinin iç içe geçmesiyle ortaya çıkan yeni ağlar oluşturmaya başladılar ve bu yeni bir şeydi ve bunun analizi gerekiyordu vesaire. Şimdi o zamanlar Lenin bunu yaptı, Lenin ve diğerleri diyelim, işte Sovyetler Birliği gerçekleşti. Doğruydu yanlıştı, ayrı bir tartışma konusu bence. Ama şeye gelecek olursak; "Öcalan kim ki canım böyle Marx'ı eleştiriyor?" lafı beni irite ediyor doğrusunu istersen.

Ruşen Çakır: Burada tabii birtakım hususlar var. Birincisi, aslında o mesajında da yazılarında da hep görüyoruz. O Marksist sınıf mücadelesi önermesini temel alma, önermenin ötesinde bir şeyden bahsediyor. Yani bir emek sermaye çelişkisinin ötesinde mesela bir kadın meselesini çok öne çıkartıyor ve Marx'ın bunu yapmadığını söylüyor mesela.
Erol Katırcıoğlu: Evet. Şimdi şöyle ifade edeyim. Marx'ın gördüğü şey; küçük esnaf ve zanaatkarların proleterleşme sürecini görüyor, yaşıyor ve bu sürecin giderek homojen bir sınıf, proletarya sınıfı oluşturduğunu ve bunun da kapitalistlerle uzlaşmaz, antagonist bir çelişki içinde olduğunu ve dolayısıyla teorik olarak baktığımızda işçi sınıfının zaman içinde iktidarı ele alabilecek potansiyele ulaşabileceğinden söz ediyor. Fakat şimdi Öcalan'ın yaşadığı veya bizim yaşadığımız kapitalizmde sınıflardan farklı bir şey daha var. Yani şunu söyleyeyim; arkadaşlar bunu ne kadar takip ediyorlar bilmiyorum ama özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ulus devletler içindeki çatışmaların hemen hemen tümü kimliklerle ilgili. Yani sınıfla ilgili değil. Yani farklı kimliklerin ulus devlet içindeki yarattığı gerilimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkan çatışmalardan söz ediyoruz. Bu nedir? Yani bugün itibarıyla baktığımızda sadece Türkiye'de değil bence dünyanın her ulus devletinde neredeyse olan bir şeyden söz ediyoruz. Çünkü ulus devletler geçmişte homojendiler. Özellikle Batıyı kastederek söylüyorum. Fakat onlar göçlerle homojenliklerini yitirdiler. Heterojen oldular. Yani kendi ulus devlet olmasına rağmen tek bir ulus yok ortada bir bakıma. Farklı uluslardan oluşan yapılar söz konusu. Almanya'da da öyle, Fransa'da da öyle, İngiltere'de de öyle. Şimdi Türkiye gibi ülkelere geldiğimizde; Türkiye gibi ülkeler zaten Osmanlı vakası, kozmopolit bir toplumdan devletleşmiş olan yapılar. Dolayısıyla da başlangıçtan beri "divided" dediğimiz yani bölünmüş toplumlar aslında. Bazen diyorlar ya Kürtlere "Siz bölücüsünüz" diye. Halbuki zaten bölünmüş bir toplumdan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu dünya yeni bir dünya ve yorumlanması gereken bir dünya. Kürt sorunu tesadüfen ortaya çıkmış bir sorun değil. Moro gerillalarının Filipinlerdeki yaşadıklarıyla Kuzey İrlandalı Katoliklerin yaşadığı, Güney Afrika'daki siyahilerin yaşadıkları; bütün bunlar ve de hâlâ devam edenleri kastederek söylüyorum, bütün bunlar aslında kapitalizmin içinde bulunduğumuz yüzyıldaki, özellikle küreselleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olan bir dinamiğin yarattığı bir içsel tartışma zemini.

Ruşen Çakır: Burada şimdi dile getirilen hususlar, kimlikler meselesi falan yeni meseleler değil. Özellikle 60'lı yıllarda öğrenci hareketiyle beraber çok ortaya çıkmış bir şey. Ama şöyle bir husus var biliyorsun; belli bir tarihten itibaren dünyada sol bir gerileme içerisinde, bariz bir şekilde. Sovyetlerin yıkılmasının ötesinde sol hareketlerde bir gerileme var. Ve burada klasik, ortodoks anlamda sol geleneğe sahip çıkmaya çalışanlar bu kimlik politikalarını öne çıkartmanın, sınıf mücadelesini unutmuş olmanın buna yol açtığını söylüyorlar.
Erol Katırcıoğlu: Evet. Fakat gerçek bu değil. Ben şunu söyleyeyim, yani kimlik mücadeleleri tarihseldir ve belli bir dönem sonunda çözülecek sorunlar bence. Ama sınıf sorunu çözülmeyecek kapitalizm yaşadığı sürece. Yani şunu kastediyorum: Bir an için düşünelim; bütün kimliklerin taleplerini yerine getiren bir ulus devlet yapısı, yeni bir demokrasi yapısı oluşturduğumuzu düşünelim. E ne olacak? Yani ezilen ve ezenler anlamındaki bir antagonist kutuplaşmanın ortadan kalkacağını söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz bence. Yani kapitalizm olduğu sürece, kapitalizm varlığına devam ettiği sürece kesinlikle bu uzlaşmaz çelişkiyi kendi içinde barındıracaktır. Benim söylemeye çalıştığım şey şudur; kimlik meseleleri günümüzün küreselleşme sonucunda ortaya çıkmış olan ve sınıf meselesinin önüne geçmiş olan ve iç içe geçmiş olan, hatta belki öyle de demek lazım... Çünkü şöyle bir şey söyleyeyim bakın, ben iktisatçıyım ve çatışma ekonomisi diye bir alan ortaya çıktı. Bu son yıllarda ortaya çıkan bir şey. Benim de içinde bulunduğum bir literatür bu. Burada şöyle bir aksiyomatik bir çerçeve var bu tartışma içinde, diyor ki: Eğer bir toplumda — bir ulus devleti kastederek söylüyorum — gruplar var ise, yani farklı kimlikler var ise ve bu farklı kimliklerin içinde bir homojenleşme olmuşsa, yani bir "biz" duygusu gelişmişse her bir kimlik içinde ve bu gruplar arasında bir yabancılaşma olmuş ise eğer, o zaman bu toplumda çatışma kaçınılmazdır, diyorlar. Şimdi bu aksiyonlardan giderek baktığımız zaman dünyanın birçok ülkesinin buna uyduğunu düşünüyorum ben. Şimdi Kürtleri alalım. Kürtler dağınık ve "biz" duygusu üretebilmiş değillerdi geçmişte ama şimdi bir "biz" duygusu ürettiler. Türklerde bir "biz" duygusu zaten var, kuruluştan beri gelen, özellikle seküler kesimde ve milliyetçilerde. Dolayısıyla bunların arasında bir yabancılaşma var. Yabancılaşma çatışmayı kaçınılmaz kılar. Zaten çatışma da çıktı o bakımdan; 20-30 sene önce, 40 sene önce neyse. Fakat Öcalan'ın o konuşmasında söylediği şey bence çok önemli. Diyor ki; ‘‘Demokratik diyalog ve müzakere — benim yorumum o ki — bu yabancılaşmayı çözebilecek olandır.’’ Yoksa bırakırsak bir çatışma olacak bu. Ama eğer demokratik bir diyalog anlayışını geliştirirsek, birbirimizle konuşmaya başlarsak bu çatışmayı çatışma olmaktan çıkarır, daha ileri götürecek olan bir adım olarak oluşturabiliriz.

Ruşen Çakır: Burada şimdi şöyle bir husus var kimlik meselelerine girdiğimiz zaman. Mesela diyelim ki kadın hakları, LGBT hakları ya da birtakım etnik meseleler ya da dini grupların hakları... Şimdi oralara baktığımız zaman ama mesela orada da sınıf farklılıkları var. Mesela şimdi Kürtler dediğimiz zaman herkesten bahsediyoruz ama Kürt'ün de patronu var, Kürt'ün de işçisi var. Benim hep verdiğim bir örnektir; hiç unutmam, çok çarpıcıydı. Bir dönem, o zamanki partinin adını hatırlamıyorum ama Kürt hareketinin bir partisinden bir belediye başkanıyla sohbet ettiğimde bana şunu demişti: "Ya Ruşen ben liberalim. Buradakilerin çoğu komünist, solcu. Ben bunlarla aslında siyaset yapamam. Yapamamam lazım ama mecburen birlikte hareket ediyoruz. Şu sorun çözülse de yollarımız ayrılsa." demişti.
Erol Katırcıoğlu: Evet. Şimdi zaten bu böyle. Şöyle söyleyeyim: Kimlik meselesinin önemi de buradan kaynaklanıyor. Eğer ulus devlet içinde bir kimlik üzerine baskı kurulmuş ise o kimliğin içindeki işçilerle işverenler bir araya geliyorlar. İşverenler finansmanı sağlıyor, işçiler de emeği koyuyorlar ve isyan başlatıyorlar. İsyanın güçlü olması, işin içinde işverenlerin finansal bir etki üretmesiyle ilgili diye düşünüyorum. O sebeple de ben kendi partimde de yani vekillik yaptığım partide de mesela birçok yerde şunu gördüm. Mesela beni bir yere götürüyorlardı, diyelim bir atölye. Bizim arkadaşımız Kürt bir arkadaş; partili, ilçe başkanı, il başkanı her neyse kendi atölyesini de gezdirmek istiyor. Gidiyoruz, ben bakıyorum çocuklar çalışıyor. Dönüp "Ya arkadaş yani bunu yapamazsınız. Bu çocukların çalışması bizim düşüncemize göre uygun değildir." demek zorunda hissettim zaman zaman. Yani demek istediğim; evet, kimlik içinde o kimliğin işverenleri ve işçilerinin birlikteliğinden kaynaklanan bir güç ortaya koyuyor. Dolayısıyla da burada yine Öcalan'ın önerisine geleceğim, ki o öneriyi çok önemsedim ben de, yani diyalog kurduğumuz zaman bu meselenin... Mesela ben orada arkadaşlara bunun doğru bir şey olmadığını, yani ‘‘siz Kürt olabilirsiniz ama işçi sınıfının taleplerini de dile getiren bir çerçeveyi de aklınızın bir tarafında tutmak zorundasınız’’ dedim. Dolayısıyla eğer hassasiyetse, eğer tanınma meselesi ise, ki bu işin bir kısmı tanınmayla ilgili, bence bu meselelerin tartışılması lazım. Benim itiraz ettiğim nokta bu. Ben eski Doktor Hikmet Kıvılcımlı geleneğinden gelen bir insanım. Gençliğimde ben doktorcuydum, öyle söyleyeyim. Ve doktorla bir defa da karşılaşma imkânı buldum. Bu insan 22,5 yıl hapiste yatan bir insandı. Bunca yıl çalıştı, yazdı, yazdı, yazdı... Fakat hiç ilgi görmedi. Kendisinin bir ifadesi var: "Susuş kumkuması" der. Yani "Benim sözlerim susuş kumkumasına gitti." der. Çünkü etrafındaki insanlar Doktor Hikmet Kıvılcımlı'nın ne dediğini anlamaya bile çalışmadılar neredeyse. Çünkü Doktor Hikmet Kıvılcımlı; Marx'ın dışında, Marx'ın ve Engels'in zamanında olmayan bir tarihî malzemeyi kullanarak yeni bir şey söylüyordu adam. Yani diyordu ki; Marx ve Engels kapitalizmin sınıf savaşlarının hareket ettiricisi olduğunu söylüyordu. Fakat kapitalizmden önce de tarihsel devrimler vardı. Yani barbarlar ve medeniyetler arasındaki çatışmalar... Öcalan onu komün ve devlet diye tanımlıyor ama çok benzer bir şey söylüyor esasında anladığım kadarıyla. Şimdi dolayısıyla rahmetli Doktor Hikmet Kıvılcımlı, yani hikâyesi uzundur anlatmayacağım ama, birçok insanın da çok hoşlanmadığı, sosyalistlerin hoşlanmadığı şeyler söylemiş gibi oldu ama şimdi giderek görüyorum ki Doktor Hikmet Kıvılcımlı'yı anlamaya yönelik bir çaba da var. Şimdi benzer bir şeyi Öcalan için de yapıyorlar. Ya kardeşim, Öcalan'ı mevcut sistem "bebek katili" diye lanse ettiği için siz de neredeyse kafanızın arkasının bir tarafında bebek katili gibi düşünüyorsunuz ama adam 26 yıldır okuyor ya.

Ruşen Çakır: Orada şöyle bir şey var biraz; "Bize bu mu öğretecek Marx'ı?" yaklaşımı.
Erol Katırcıoğlu: Evet, evet. Maalesef öğretecek. Benim de perspektifimde, Öcalan'ın ortaya koyduğu fikirlerin önemli olduğunu düşünüyorum. Ve dediğim gibi son dönemin Marksist literatüründe — ya da post-Marksizm mi demek lazım artık bilmiyorum — birçok yazarın da üzerinde... Bookchin mesela, en çok etkilendiği kişilerden biri tahmin ediyorum. Ama radikal demokrasi fikriyatı, bu Ernesto Laclau vesaire bütün bunları okumuş ve buradan bir sentez ortaya koyuyor. Şimdi bize düşen şudur bence: Bu sentez doğru mudur, yanlış mıdır ya da nerede doğru veya gerçekleştirilebilir? Bunu konuşmak lazım. Yoksa "Biz bundan mı öğreneceğiz?" lafı bana çok şey geliyor biliyor musun?

Ruşen Çakır: Burada tabii şöyle bir husus var. Ben yıllar önce bir yazı yazmıştım, peş peşe iki yazı yazdım ve çok tepki almıştım. O da şu: "Vardan yok olan Türk solu, yoktan var olan Kürt hareketi."
Erol Katırcıoğlu: Güzel.

Ruşen Çakır: Şimdi PKK hareketi Türk solundan çıktı.
Erol Katırcıoğlu: Tabii.

Ruşen Çakır: Oradan çıktı ve o zamanlar 70'li yıllar solun, Türkiye'de sosyalist solun zirvede olduğu, belki de 60'lardan... Ama sonra 12 Eylül'le beraber çok bariz bir düşüşe geçti ve tam 12 Eylül'ün sonrasından itibaren de Kürt hareketi çok bariz bir yükselişe geçti. Yani böyle tam ters bir iş ve burada biraz sorun çıkıyor. Mesela ilk yıllarında biliyorsun bazı sol örgütler PKK'ya tabi oldular. Bir zamanlar o Bekaa vesaire falan oralarda şu bu falan, böyle bir şey de oldu. Hani kimisi onun çatısı altına girdi, kimisi girmedi. Bir tür aslında böyle tarihî bir hesaplaşma var sanki?
Erol Katırcıoğlu: Tabii ama zaten Öcalan'ın kendisi de söyledi. Yani PKK'yı kurdukları zaman o dönemin hegemonik fikirleri üzerinden kurdular ve o da devlet kurmak üzerine ve gerekiyorsa şiddetin kullanılabileceğini meşrulaştıran bir perspektif içinde bunu yaptılar. Bunu yaparken kendi argümanları soldu. Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı bağlamında yürüyorlardı Kürtler. Fakat Kürtlerin kendi macerasının da esasında geldiği nokta itibarıyla baktığımızda yeni bir arayışın olması gerektiği üzerinden bir bakış açısına ihtiyaç vardı ve bence Öcalan bunu sağladı. Şimdi ben bu hesaplaşma... Yani şöyle söyleyeyim; Türk solu, tabii ki Türk solu deyince çok genel bir kavram. İçinde bir sürü insan var, bir sürü farklı klikler vesaire var. Yani ben sol olmaya, bir insanın kendini solda görmesine saygı duyarım. Çünkü şunu varsayarak o saygıyı duyarım: Ezilenlerden yana bir insan bu ve ben de ezilenlerden yana bir insanım ve dolayısıyla da onlarla bir diyaloğum olması lazım. Fakat işte demin anlattığım gibi; Doktor Kıvılcımlı'ya yapılanlar bu ülkede mesela... Ya ben gerçekten geri dönüp baktığımda... Doktor mesela şey derdi Mahir Çayanlara ve o DEV-GENÇ hareketindeki insanlara: "TİP'e gidin, TİP'ten kopmayın." derdi. "Çünkü provokasyona gelirsiniz." demişti ve zaten öyle oldu da gibi gözüküyor. Yani 1971'den bahsediyorum. Dolayısıyla Hikmet Kıvılcımlı o zamanlar bu lafları etti de orada "Kılıcını attı." dendi, "Bu adam zaten darbecidir." falan diye bakıldı. Halbuki doktorun tarih tezi zaten neden bu lafı söylediğini de açıklıyor esasında ama Türk solunun gerçekten kendini yenilemesi lazım. Zaten benim ve benim gibi insanların sıkıntısı buydu. Biz HDP kurulmadan önce bir grup sosyalist arkadaşla Eşitlik ve Demokrasi Partisi'ni kurmaya yöneldik. Kurduk da, yani şimdi Yeni Sol falan diye adı geçen parti bizim o zaman kurduğumuz bir partiydi. Şimdi o dönemde bile bize etmedikleri kalmadı bu çevrelerin bir bakıma. Yani arkadaşlarımız bir kısmı belki, fakat "Biz yanlış yoldayız, yok liberalizmden etkilendik yok bilmem ne yaptık..." İyi de kardeşim siz ne yaptınız ki Allah aşkına? Yani şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Kimse kimsenin elini tutuyor mu yani? İşçi sınıfı, işçi sınıfı; gidin abi, gidin toplayın, örgütleyin. Buna bir itirazımız yok. Tam aksine biz işçi sınıfından yana insanlarız. Yani biz genel olarak toplumda mağdur olan kesimlerin mücadelesinin anlamlı olduğunu düşünen insanlarız. Ben Öcalan'ı bu çerçevede değerlendiriyorum ve bu çerçevede ona yapılanların doğru olmadığını ve gerçekten sorumluluk isteyen vicdanlı bir insan veya genel olarak sola bir şekilde bulaşmış insanların biraz gayret edip "Öcalan ne diyor gerçekten?" diye bakması lazım. Şimdi geçen gün yazılan yazılara ben de baktım. Çok uçuk yani. Şunu demek istiyorum: Öcalan'ın söylediğini eleştirmek yerine kendi argümanlarını yan yana sıralayarak bir tür söylenenleri negatife çevirmeye çalışan bir gayret olduğunu görüyorum. Ya bir dakika, adam bir şey söylüyor yani. Ve söylediği şeyi sadece o söylemiyor. Başkaları da söylüyor ve başkaları bunun pratiğini de uygulamaya çalışıyorlar. Dolayısıyla ben bu tartışmanın her şeye rağmen yararlı olacağını düşünüyorum. Yani umuyorum daha doğrusu, öyle söyleyeyim. Ama Türk solunu bildiğim kadarıyla... Mesela bana "liberal" derler tamam mı? Nedir liberal? Neden liberal diyorlar? Şimdi ben 1991'de Erdal İnönü'nün danışmanlığını yaptım, ekonomi danışmanlığını yaptım. O sıralarda bana bir röportajda sordular KİT'lerle ilgili. Ben de dedim ki: "Bana kalsa KİT'leri ben bedava bile veririm." dedim. "Vay sen bunu nasıl söylüyorsun soldan gelen bir insan olarak?" Ya kardeşim, KİT sistemini kuranlar... KİT'lerin ürettiği malların çoğu zaten ara malı ve bunu biz kullanmıyoruz, şirketler kullanıyor ve KİT'lerin ürün fiyatlarını bakanlık ya da başbakanlık belirlediği için o KİT ürünlerinin fiyatlarını düşük tutuyorlar. Böylelikle düşünüyorlar ki işveren sınıfı da fiyatlarını düşürtecek. Öyle olmuyor. İşveren sınıfı kâr marjını aynen koruyor ve maliyetleri düştüğü için kâr marjları artıyor. Sonuçta demek istediğim şey şuydu: Bu KİT'ler işçi sınıfının yararına çalışmıyor. Tam aksine işverenlerin yararına çalışıyor. Zaten o sebepledir ki ürün fiyatlarını belirleyen tartışmalar başbakanlıkta büyük ölçüde işverenliğin etkisiyle oluyor, belirleniyor. Ben de onu yaşadım o tarihlerde. Şimdi dolayısıyla her neyse, bana ne derlerse desinler, çok önemli gelmiyor bana bir bakıma ama ben kendi perspektifim içinde eski bir doktorcu gelenek içinden konuşan bir insanım. Tabii iktisat teorileri içindeki çabalarım da büyük ölçüde bu çatışma konularının aydınlatılmasına yönelik şeyler. Yani bu anlamıyla da ben olumlu yazılar yazdım, yazmaya da devam edeceğim. Öyle söyleyeyim.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Erol. Sağ ol.
Erol Katırcıoğlu: Teşekkürler.

Ruşen Çakır: Evet, Profesör Erol Katırcıoğlu ile Abdullah Öcalan'ın sosyalizm yorumlarının Türkiye'de sosyalist harekette yol açtığı tepkiler üzerine konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
21.12.2025 Habertürk’ün faturası kadınlara kesiliyor
20.12.2025 Süleyman Soylu’nun suçu ne?
14.12.2025 “Meşe”den sonra “İlke”den de oldum, gizli tanıksız kaldım!
14.12.2025 19 Mart sonrası seçmen tercihleri nasıl değişti? İzmir örneği: Dr. Serkan Turgut ile söyleşi
13.12.2025 Dile kolay 4600 gün: İBB davası bitmeyeceğe benziyor
12.12.2025 Sağcılığı suçlamak ne zaman suç oldu?
11.12.2025 Habertürk’ün laneti
11.12.2025 Prof. Erol Katırcıoğlu ile söyleşi: Öcalan’ın Marksizm eleştirilerine Türk solundan tepkiler
10.12.2025 Dile kolay 2 bin 962 gün
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı