İktidar kavgasında tarafsız ama demokrasiden yana

08.01.2010 Vatan

Son günlerde hayli hayati ve büyük ölçüde verimli bir tartışma sürüyor. Soru aslında basit: Türkiye’de son dönemde yaşananlar devletin kurumları arasında ve hatta birçok durumda aynı zamanda içlerindeki çatışmaların sonucu mu, yoksa demokratikleşmenin doğal sancıları mı? Bu soruyu iyice basitleştirerek, “ülkemizde işler iyiye mi gidiyor, kötüye mi?” şeklinde de sorabiliriz. Şu ana kadarki tartışmalarda iki ana akımın ve buna bağlı olarak bir cepheleşmenin yaşadığını söyleyebiliriz: Bir yanda AKP’nin ülkeyi otoriter bir tekparti sistemine doğru taşıdığına, Başbakan Erdoğan’ın da Türkiye’nin Putini olmaya doğru yol aldığına inananlar; karşılarındaysa ülkenin hızla ve geri dönülemez bir şekilde demokratikleştiğini düşünenler. Bir de tabii, sayıları az olmakla birlikte, benim gibi, her iki yaklaşımın doğrular içermekle birlikte esas olarak yanlış olduğunu, AKP’nin 7 yılı aşkın süreli iktidarından bir “demokrasi” veya “faşizm” efsanesi çıkarmanın mümkün olmadığını ileri sürenler var.

Sonradan demokratlar

Ana konusu demokrasi olan bu tartışmanın en büyük talihsizliklerinden biri, ekseninde AKP iktidarı ve onun icraatının olması, dolayısıyla alınan pozisyonların hemen tümünün AKP’ye nasıl bakıldığıyla irtibatlandırılmasıdır. Örneğin sırf İslamcı geçmişleri nedeniyle AKP yöneticilerinin asla demokrasiyi benimsemeyeceğine ve demokrasi adına attığı adımların tümünün aldatmaca, yani “takiyye” olduğuna inanan epey geniş bir kitle söz konusu. AKP’lilerin de iktidarları boyunca bu kesimlerin kaygılarını gidermeye yönelik çok ciddi arayışlar içine girdikleri söylenemez; hatta kimi durumlarda bu endişeleri daha da pekiştirmiş oldukarı da açıktır.
Öte yandan, aslında demokrasiyle araları hiç iyi olmayan, otoriter, hatta totaliter bir rejim özlemi içinde olan ve AKP’nin ellerinden geleneksel iktidarlarını alıyor olmasından ciddi biçimde rahatsızlık duyan bazı kişi ve çevreler birden “demokrasi şampiyonu” kesilebildiler. Tabii bu iddialarını kendi başlarına inandırıcı bir şekilde dillendirmeleri mümkün olmadığı için, AKP’yi, hiçbir iktidar hesabı içinde olmadan, samimi bir şekilde, tamamen çoğulcu demokrasi ölçütleriyle eleştiren kişilere destek verir gözüküyorlar ve onları hayli zor durumda bırakıyorlar.
Karşı cepheye bakacak olursak; burada da AKP iktidarından “laiklik” ekseninde kaygı duyan kesimlere karşı geniş ölçüde önyargılı bakışın hakim olduğunu gözlüyoruz. Bu önyargılı bakış, “bir arada yaşama” felsefesini de zedeliyor. Öyle ki Türkiye’yi, laiklik hassasiyetine sahip kitleleri dışarda tutan, yani onlara “rağmen” ve kimi durumda onlara “karşı” bir demokratikleştirme arayışı gibi abes ve nafile bir arayışa yönelebiliyorlar.
Diğer taraftan, çoğulcu demokrasiyi sindirip içselleştirmiş oldukları hayli kuşkulu; çağdaş demokrasinin en temel ilkelerinden olan şeffaflıkla hiçbir alakaları bulunmadığı kesin olan bazı çevrelerin de, “demokrasi”, “şeffaflık” gibi değerleri kendilerine kalkan edinerek AKP iktidarını desteklediklerini ve onu hayli zor durumda bıraktıklarını görüyoruz.
İşte bu her iki cephenin “sahte demokratları”, sürmekte olan tartışmaya egemen olmaya ve her iki kanatta aslında çoğunlukta olan, gerçekten demokrasi arayışı içindeki kesimleri sessiz ve etkisiz hale getirmeye çalışıyorlar.
Bu hayati tartışmanın esas olarak medya üzerinden yürüdüğü açık. Fakat açık olan diğer bir nokta da, siyasi iktidarın medyayı her geçen gün daha fazla kendi denetimi altına almaya çalışıyor olması. Özetle, daha demokratik ve özgür bir Türkiye için, yaşanan iktidar mücadelesinde taraf tutmayan, ama sonuna kadar demokrasiden yana olan, özgür ve eleştirel düşünceye sahip gazetecilere ve bağımsız basın-yayın organlarına ihtiyacımız var.




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
10.11.2024 Hasan Cemal ile söyleşi: Zamâne Diktatörleri
07.11.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Bahçeli DEM Parti açılımından ne umuyor, ne bulabilir?
06.11.2024 Transatlantik: Trump nasıl kazandı? Türk-Amerikan ilişkileri nereye?
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı