Adını İmralı koydum

15.02.2013 Vatan

14 yıl önce bugün PKK lideri Abdullah Öcalan Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye teslim edildi. Ülkeyi DSP lideri Bülent Ecevit’in başbakanı olduğu azınlık hükümeti yönetiyordu. Öcalan’ın teslimi DSP ve Ecevit için tam bir doping etkisi yaptı. Çünkü iki ay sonra yapılan genel seçimlerde DSP büyük bir çıkış yapıp yüzde 22 oyla birinci parti oldu, Ecevit de MHP ve ANAP ile birlikte kurulan koalisyon hükümetinde yeniden başbakanlığı üstlendi.
Ecevit’in “Öcalan’ı ABD bize neden teslim etti, anlamış değilim” demiş olduğunu biliyoruz. Bildiğimiz bir başka şey daha var: ABD neden teslim etmiş olursa olsun Ecevit, Öcalan'ın devletin elinde olmasını kalıcı çözüm için bir fırsat olarak görüp gereğini yapmadı, yapmaya da kalkışmadı. Bunun yerine Öcalan’ı PKK’nın yeni eylemlerine karşı bir tür “koz”, daha açık söylemek gerekirse “rehine” gibi kullanmaya çalıştı.

Öcalan üzerinde asker tekeli

DSP-MHP-ANAP koalisyonunun ardından tek başına iktidara gelen AKP’nin de benzer bir stratejiyi benimsediğini gördük. Her geçen gün daha fazla içiçe geçen PKK ve Kürt sorunlarını kalıcı bir şekilde çözmek yerine bunlar yine halının altına süpürüldü. Öcalan genellikle seçim dönemlerinde, örgüte “ateşkes” talimatı vermesi için hatırlandı. Nihayet bu yılın başından itibaren Öcalan’ın Kürt siyasi hareketi üzerindeki gücü açıkça kabullenilip İmralı Adası’nın ana üs olduğu yeni bir süreç için start verildi.
“Seçimle işbaşına gelmiş hükümetlerin Öcalan realitesini kabul etmelerinin önündeki en büyük engel nedir?” diye sorulacak olursa, herhalde tereddütsüz “asker” cevabı verilir. Cevap doğru olabilir ancak birtakım tanıklıklardan, aynı askerin Öcalan realitesini çok iyi bilip kabullenmiş, onun üzerinden gerek Türkiye’de, gerekse bölgede birtakım manipülasyonlara kalkışmış olduğunu da öğreniyoruz. (Umarım bu tanıklıklar iyice artar ve belli bir sistemle derlenir de “İmralı’nın gizli tarihi” hakkında daha fazla bilgi sahibi oluruz.) Dolayısıyla 14 yılın büyük bölümünde TSK’nın Öcalan’ı tekeline almak ve seçilmişlerin ona ulaşmasını engellemek istediğini söyleyebiliriz.
Evet, bir süredir durum değişti ancak hâlâ bazı sorunlar mevcut. Örneğin hükümetin bazı önde gelen isimleri Öcalan’a aşırı bir anlam yükleyip Kürt siyasi hareketinin diğer öğelerine karşı son derece dikkatsiz bir üslup benimsiyorlar. Garip olan, Öcalan’a bu kadar merkezi bir misyon biçip ona çok dar bir meşruiyet alanı tanıyor olmaları. Düşünsenize ondan adıyla bile söz etmiyorlar. Ne zamandır siyasi literatürümüzde “Abdullah Öcalan”ın adı yok, yerine “İmralı” deniyor. Bu gülünç  durumun zamanla sona ereceğini düşünüyor ve vefatından kısa süre önce Mehmet Ali abinin (Birand) bir televizyon programında söylediklerini hatırlatmak istiyorum: “En sonunda da Öcalan affedilir. Buna ihtiyaç vardır. O zaman Öcalan bir parti lideri olur. Bu demokrasinin gereğidir. Bugün Arafat olmuştur, Şimon Perez olmuştur. Öcalan da terörist, Arafat da terörist. Öcalan eğer çok gecikilmezse günün birinde Meclis’e de girebilir. Bunu yaparsa ancak Tayyip Erdoğan yapabilir.”

****


Kendini iktidara göre ayarlayan medyayla barış gelmez

Türkiye’de anaakım medyanın PKK ve Kürt sorunları hakkında bugüne kadar yapmış olduğu haberler içinde yanlış ve/veya yalan olanların sayısının doğru haberlerden açık ara fazla olduğunu çekinmeden söyleyebiliriz. Devletin her söylediğine (çoğunlukla gönüllü olarak) inanma huyunun günümüzde de sürüyor. Son olarak Diyarbakır’da panzer tarafından ezildiği iddia edilen Şahin Öner’in ölümünü medyanın bir bölümü, Vali Mustafa Toprak’a inanarak, “atmak istediği bomba elinde patlayınca öldü” diye verdi. Ne var ki otopsi raporuyla yalan haberleri ellerinde patladı.

Barış sadece bir tarafın adım atmasıyla gerçekleşemez. Hele kendisini tümüyle siyasi iktidara göre ayarlayan medyayla barış hiç gelmez. Eğer bu son sürecin başarılı olmasını istiyorsak biz gazeteciler eski alışkanlık ve reflekslerden arınmalıyız.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
08.09.2024 Erdoğan genç teğmenlerden rahatsız
06.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (230): CHP iktidara yürüyor mu? Sisi-Erdoğan kavuşması - Teğmenlerin kılıçlı yemini
05.09.2024 Bir mozaik olarak Türkiye (4): Pakrat Estukyan Türkiye’de Ermeni olmayı anlatıyor: “Yegâne talebimiz eşit yurttaşlık”
04.09.2024 31 Mart’ta AKP ile seçmeni arasında ne oldu? Feyza Akınerdem ile söyleşi
04.09.2024 Transatlantik: Sisi-Erdoğan kardeşliği, BRICS Türkiye’ye ne katar? Netanyahu neden ateşkes istemiyor?
03.09.2024 “Erdoğan iyi, çevresi kötü” önermesinde son durum
02.09.2024 Kara Harp Okulu’ndaki “Subaylık Yemini” olayı: Hakan Şahin ile söyleşi
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı