Yılın olayı: MİT Krizi

30.12.2012 Vatan

2012’Yİ UĞURLARKEN/1

Yılın olayı: MİT Krizi

7 Şubat süreci bitmedi, biteceğe de benzemiyor

Her ne kadar Uludere/Roboski faciası bütün bir yıla damgasını basmış olsa da 28 Aralık 2011’de yaşanmıştı, bu nedenle 2012 yılının Türkiye’deki en önemli olayının MİT krizi olduğuna inanıyorum. Bilindiği gibi 7 Şubat 2012 günü, İstanbul’da özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya, KCK soruşturması kapsamında MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski müsteşar Emre Taner, eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş ve iki MİT görevlisini ifade vermeye çağırmıştı. Savcının MİT yetkililerine esas olarak Oslo’da PKK ile süren görüşmeleri soracağının anlaşılmasıyla olay hemen siyasi bir havaya büründü. Ardından hükümet duruma el attı; savcı Sarıkaya soruşturmadan alındı, yeni bir yasayla MİT görevlileri adliye karşısında hükümetin kalkanına sahip oldular.
O günden bugüne nerdeyse bir yıl geçti ama MİT krizi unutulmadı; örneğin Başbakan değişik vesilelerle konuyu hep gündemde tuttu, ifadeye çağırmanın kendisinin nekahat dönemine denk gelmesinin altını çizdi ve “alacaksanız beni alın” diye meydan okudu.

“7 Şubat müdahalesi”

Peki neden? Olayın vahametini, hükümete yakınlığıyla bilinen SETA Vakfı’nın Başkanı Taha Özhan’ın savcının attığı adımı “yeni Türkiye'ye karşı bir sabotaj girişimi” olarak tanımlayıp buna “7 Şubat müdahalesi” adını takmış olması çok iyi özetliyor. Başbakan’ın da birkaç kez telaffuz ettiği gibi, hükümet çevreleri krizin ardında “yargı vesayeti” arayışları olduğuna inanıyorlar ve bunun sadece ulusal değil, uluslararası, hatta küresel boyutları olduğuna inanıyorlar.
Özhan, olaydan 10 gün sonra Sabah Gazetesi’nde kaleme aldığı yazıda şöyle yazmıştı: “7 Şubat'ı geçmiş darbe ve girişimlerinden ayıran en önemli özelliği ise açtığı görünmeyen yaranın görünenden daha ciddi olma potansiyelidir. Aynı şekilde, görünen ülke içi iktidara ortak olma girişiminin doğurduğu gerginlikten daha fazla ülke dışarısında Türkiye'ye dair hesaplar bulunmaktadır.”
MİT Krizi’nin Türkiye’de yeni tür iktidar savaşlarının ilk ciddi dışavurumu olduğunu savunuyorum. (İlgilenenler Erdoğan-Gülen İlişkisi: Dün-Bugün-Yarın) Bilindiği gibi özellikle 2007 genel seçimlerinin ardından hükümet askeri vesayeti sonlandırmak için başta Fethullah Gülen cemaati olmak üzere bazı odaklarla stratejik işbirliğine girdi ve zorlu bir sürecin (Ergenekon, Balyoz vs.) sonucunda TSK’nın siyasetin dışına itilmesi büyük ölçüde başarıldı. Fakat ortak düşmanın tasfiyesinin ardından ittifakın bileşenleri arasında daha fazla iktidara sahip olmak için kıyasıya bir rekabet ve mücadele başladı. 

Tarafların adını koymak

Önceki gün TRT-1’de, 7 Şubat sürecinin teorik altyapısını oluşturan isimlerden Taha Özhan’ın moderatörlüğündeki Enine Boyuna adlı programda Başbakan Erdoğan, iktidar partisi ile Gülen cemaati arasında iktidar mücadelesi bulunduğu iddialarına gülüp geçtiğini söyledi. Başbakan’ın her güldüğüne gülüp her ağladığına da ağlamamız diye bir şey herhalde söz konusu olamaz. Nitekim AKP hükümeti ile Gülen hareketi arasında bir tür iktidar mücadelesi yaşandığı hiç de gülünüp geçilecek bir iddia değildir. İlgilenenlere ilki 17 Şubat 2012 günü çıkan beş günlük “Erdoğan-Gülen İlişkisi: Dün-Bugün-Yarın” başlıklı dizimi hatırlatırım.
Bu mücadeleyi alenen sürdürmek her iki tarafın da aleyhine olabilir; her iki tarafta da farklı kişiler bu mücadeleye farklı şekilde bakıyor olabilir, örneğin kavganın şiddetlenmesini arzulayıp yangına körükle gidenler olduğu gibi, barış veya en azından ateşkes sağlanması için didinenler bulunabilir ama bütün bunlar ortada bir mücadele olduğu gerçeğini gölgeleyemez.
Tabii bu arada taraflar ellerini daha fazla güçlendirmek için üçüncü şahısları (onların bilgisi dahlinde veya değil) devreye sokmak isteyebilir; hatta her iki taraftan da hoşlanmayan bazı üçüncü şahıslar mücadeleyi bir savaşa dönüştürmek için ellerinden geleni yapıyor olabilirler.
Bize düşen, belli bir mesafeden bu mücadeleyi gözleyip, okuyucuları olabildiğince objektif bir şekilde bilgilendirmektir.
Çünkü 28 Şubat erken bitti ama 7 Şubat süreci daha süreceğe benziyor.  

Yarın: Kürt sorununda çaresizlik yılı 




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
10.11.2024 Hasan Cemal ile söyleşi: Zamâne Diktatörleri
07.11.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Bahçeli DEM Parti açılımından ne umuyor, ne bulabilir?
06.11.2024 Transatlantik: Trump nasıl kazandı? Türk-Amerikan ilişkileri nereye?
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı