Zarkavi öldü, herkes sevindi

12.06.2006 Vatan

    Hürriyet gazetesi, Irak'taki El Kaide adına internette yayınlanan "Şu sevindirici haberi vermek isteriz ki, mücahidimiz Şeyh Zarkavi şehit oldu" şeklindeki açıklamaya çok şaşırdı ve habere "El Kaide bile sevindi" başlığını attı. Şehit kavramının bu kadar içselleşmiş olduğu Türkiye'de bile, eğer çok etkili bir gazete böyle bir başlık atabiliyorsa, durum tahminlerin de çok ötesinde vahim demektir. Çünkü Batı'nın muazzam teknik imkanlarına karşı El Kaide ve benzen yapıların ayakta kalabilmesinin, hatta meydan okuyabilmesinin özünde şehitlik anlayışı yatıyor. (İran asıllı Fransız araştırmacı Farhad Khosrokhavar'ın, yakında Türkçe de yayınlanan "Allah'ın Yeni Şehitleri" kitabı, şehadet kavramının tarihsel serüveni hakkında çok önemli bilgiler sunuyor.) Örneğin 11 Eylül'ün ardından bir El Kaide sözcüsü, "sizin çocuklarınız ölmemek için ellerinden geleni yapıyor, bizimkilerse şehit olabilmek için yarışıyor" diye Batılılarla dalga geçmişti.

İkiz kardeşlerin yarışı

İşte bu "şehadet yarışı"na Türkiye'den çarpıcı bir örnek: Osman Öztürk 4 Haziran 1997'de Keşmir'e gitti. Osman, nüfusun büyük çoğunluğu Müslüman olan Jammu Keşmir (Esir Keşmir)'in Azad Keşmir (Özgür Keşmir)'e bağlanması için mücadele eden Hizb-ül Mücahidin örgütünün saflarında Hindistan ordusuna karşı savaştı. 37 gün sonra, yani 11 Temmuz 1997'de burada hayatını kaybetti. Osman Afganistan'daki kamp sırasında gördüğü bir rüyayı arkadaşlarına şöyle anlatmıştı: "Kardeşim İsmail'le bir koşu parkurunda yarış ediyorduk. Ben ne kadar hızlı koşarsam koşayım, İsmail yavaş yavaş koşmasına rağmen hep benden önde gidiyordu. Neticede İsmail yarışı tamamladı ve bana dönüp şöyle bağırdı: Osman acele et seni bekliyorum." Osman ile İsmail ikizdi, aralarındaki yarış "şehadet" yarışıydı ve gerçekten İsmail önce davranmış; 21 Aralık 1996 tarihinde Etiyopya'dan ayrılmak isteyen Müslümanlarla birlikte savaştığı Ogadin'de ipi göğüslemişti.

Psikolojik savaş

Batılılar uzun süredir, Müslümanlar'daki bu şehadet olgusunu anlamaya çalışıyor, ama epey zorlanıyorlar. Kavrayanlar da, gençlerdeki "şehadet" potansiyelini nasıl geçersiz kılabileceklerini bilemiyorlar. Sonuçta ortaya, psikolojik savaş uzmanlarının geliştirdiği, kısa vadeli "çözüm"ler çıkıyor. Öncelikle, zaten radikal İslamcı safları seçmiş olanları hedefliyor, bu kişileri fanatik, psikopat veya sosyopat olarak göstermeye çalışıyorlar. Onların aslında dindışı bir hayat sürdükleri veya sürmek istedikleri yolunda haberler (içki, pornografi, seksi iç çamaşırları vb.) bulup ya da üretip, bunları pompalıyorlar.

Katılan herkesin her an "gönüllü ölüm"e hazır olması gerektiği için, bu tür örgütlerin içine ajan sokabilmek de imkansız gibi. Bunun yerine militanların yakın çevrelerini kolaylıkla satın alabildikleri intibaı yayıyorlar. Son olarak, Ebu Musab el Zarkavi olayında olduğu gibi, kıstırdıklarını ibret olsun diye acımasızca infaz ediyor, yakaladıklarına da her türlü insanlık dışı muameleyi reva görüyorlar.

Şehit mi cellat mı?

Bu tür propagandalar esas olarak radikal İslamcılığa zaten karşı olan çevreler tarafından benimsenirken, ona eğilimli olan kesimlerde tam tersi etkiler de yaratabiliyor. Çünkü El Kaide vb. yapılara sempatiyle bakanlar, bu tür haberlerin kaynaklarına öteden beri güvenmiyorlar. Güvendikleri kaynaklar da kendilerine bunların tam tersi şeyler anlatıyor.

Özetle, Türkiye'de altı gazetenin Zarkavi konusunda "Celladın Sonu" manşetini atması bir şeyse, Vakit'in Zarkavi'yi "şehit" olarak yüceltmesi çok şeydir.




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
02.11.2025 Cemil Bayık’a sormak istediğim soru: Fesih karşılığında ne kazandınız ya da kazanacaksınız?
02.11.2025 Bitmeyen ve bitmeyecek tartışma: Cumhur İttifakı’nda çatlak mı var?
01.11.2025 Ve Selahattin Demirtaş sahalara döndü!
30.10.2025 Erdoğan’ın CHP’ye karşı son 225 günü: Bir adım ileri iki adım geri
30.10.2025 Herkesin kazanacağı bir süreç mümkün mü? Mümtaz'er Türköne ile söyleşi
30.10.2025 1 Ekim’den 29 Ekim’e: İki resmi resepsiyon ve farklı fotoğraflar
29.10.2025 Çözüm sürecinde kazananlar ve kaybedenler | Mehmet Gürses yorumluyor
29.10.2025 “İngiliz casus” olayında kafama takılan sorular
28.10.2025 Yolsuzluk, terör, casusluk: Sırada ne var?
28.10.2025 Çözüm sürecindeki tıkanıklık nasıl aşıldı? PKK’nın silahlı güçlerini Türkiye’den çekmesinin öyküsü
02.11.2025 Cemil Bayık’a sormak istediğim soru: Fesih karşılığında ne kazandınız ya da kazanacaksınız?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı