Transatlantik: Erdoğan-Trump aşkı & ABD'deki protestolar ve gümrük tarifeleri

09.04.2025 medyascope.tv

9 Nisan 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Ömer Taşpınar Körfez turuna devam ediyor. An itibariyle Suudi Arabistan Riyad’dan bağlanıyor. Gönül yine Washington'da. Arkadaşlar merhaba. Konuşacak çok şey var, hızlıca konuşalım, siz de çok yoğunsunuz. Ömer, sen özellikle bir program kapsamında oraya gittin. Bize az bir zaman ayırabildiğin için Translantik’in de saatini değiştirdik. Ömer seninle başlayalım. İçimizde ekonomiye en hâkim olan sensin. Gümrük tarifeleri meselesi ertelendi, birçok olay oldu, ama sonunda oldu. Bu, bütün dünyadaki küresel ekonomiyi alt üst eden bir şey oldu ve daha da sürecek galiba. Artık geri adım yok mu?
Ömer Taşpınar: Çok ciddi bir belirsizlik var. Ben bu hafta Suudi Arabistan'dayım, burası, Ortadoğu dahil, Avrupa, Latin Amerika, Asya ve Çin olmak üzere dünyanın her tarafında bütün piyasalar çöktü. Bütün ekonomiler Trump'ın nasıl bir strateji izlemek istediğini anlamaya çalışıyor ve bir belirsizlik var. Korkulan oldu diyebiliriz. Çünkü iyimser yorumlar, Trump'ın bu gümrük vergilerini bir pazarlık unsuru olarak kullanacağı yönündeydi. Fakat son bir haftadır görüyoruz ki, Trump gayet kararlı bir şekilde bu gümrük tarifelerini beklenenin üzerinde de rakamlarla yürürlüğe koydu ve tabii korkulan oldu, çünkü Çin geri adım atmadı. Çin de gayet yüksek bir şekilde misilleme yaptı ve Amerika-Çin arasında %15'lerle başlayan gümrük vergileri, bugün Amerika'nın dün açıkladığı %50 artışla %105-%110 seviyelerine geldi. Bu tabii ki dünya ticareti açısından bir sarmal halini aldı çünkü Avrupa'dan da Amerika'ya misillemeler yapılacak. Bundan 3 ay önce Amerikan ekonomisi sağlıklı bir yerde, dünyada da durgunluk yok diye bir beklenti varken, bugün küresel bir durgunluğa doğru adım adım gidiyoruz. Yatırımcılar için en kötüsü belirsizlik, nereye gideceğini tam bilememe durumu var. Amerika'da şu anda Dow Jones çok ciddi bir düşüş içinde. Trump kabinesinde eğer ciddi bir çatlak olursa, piyasalar çok daha derin bir düşüş içine girerse, acaba Trump bir yerde pes eder mi? Trump ilk döneminde bir gözü piyasalara bir gözü borsaya bakarak hareket ediyordu. Bugün daha kararlı gözüküyor ve sürekli olarak bunu bir nevi Amerika'nın Kurtuluş Savaşı olarak gayet popülist bir söylemle konuşuyor. “Bu gümrük vergileri sayesinde ülkeler anlayacaklar ki Amerika'ya yatırım yapmaları gerekecek. Amerika'ya mal satmak yerine gelip Amerika'da imal etmeye çalışacaklar. Araba sektöründen tut da bilgisayara ve teknolojiye kadar Amerikan sanayisinin ve Amerikan ekonomisinin tekrar canlanmasını sağlayacak” diye bir teoriyle ortaya çıkıyor. Tabii ki şu anki durumda bile Trump'ın kurmayları kendi çapında iyimser tablolar çıkarmaya çalışıyorlar. Mesela “Bu gümrük tarifeleri sayesinde şu anda doların değeri düşmeye başladı. Dolayısıyla değer kaybeden dolar sayesinde, Amerika daha rahat ticaret yapacak, daha fazla mal satabilecek” diyorlar. Çünkü dolar, Trump hükümetinin ve Trump'ın gözünde çok fazla değerlenmişti ve doların değer kaybetmesini istiyordu. Bunu bir başarı olarak kabul ediyorlar.
İkincisi, petrol fiyatları. Bütün Körfez ülkeleri, özellikle Suudi Arabistan bundan çok rahatsız. ciddi bir düşüş içine girecek. Çünkü küresel bir durgunluk geliyor ve Suudi Arabistan ekonomisi halen petrole çok bağımlı. Burada “Vizyon-2025” diye bir plan var, onun gerçekleşmesi için petrol fiyatlarının 90-100 dolar civarında olması gerekiyor. Bu 50 dolar civarına düştüğü anda, Suudi Arabistan'ın ciddi mali sorunları ortaya çıkacak. Petrol fiyatları düştüğü anda da Amerika bunu bir başarı olarak gösterebilir. Trump “Bakın petrol fiyatları düşüyor, bu sonuçta enflasyonu dengeler” deme lüksüne de sahip. En son olarak da durgunluğa girmekte olan bir Amerikan ekonomisi tabii ki düşük faizler gerektirecek. FED faizleri düşürürse, Trump zaten düşük faiz istiyordu, çünkü tıpkı Erdoğan gibi yatırım yapılmasını istiyor. Bu üç alanda, doların değer kaybetmesi, faizin düşmesi ve petrol fiyatlarının düşmesini bir başarı olarak gösterecek bir Trump yönetimi var. Ama önümüzdeki haftalarda asıl bence izlenmesi gereken mesele şu; Trump'ın kabinesinde, Elon Musk'la bu ticari konularda önemli bir stratejist olan Peter Navaro arasında ciddi bir kavga var. Elon Musk Çin'le ciddi yatırımlar içinde, Tesla fabrikalarının önemli bir kısmı Çin'de. Dolayısıyla, Elon Musk gibi teknoloji alanında olanlar ve Elon Musk gibiler bu ticaret savaşını istemiyorlar. Silikon Vadisi, New York bankaları gibi Trump'a destek vermiş bir kesim var ki, bunlar aslında küreselleşme istiyorlar ve bu ticaret savaşından zararlı çıkıyorlar. Önemli bir siyasetçi olan Texas senatörü Ted Cruise “İki yıl içinde biz hem Kongre hem Senato’yu kaybedecek bir duruma gelebiliriz” dedi. Cumhuriyetçilerin içinde bir panik hali de var, o yüzden belirsizlik var.

Ruşen Çakır: Gönül’le devam edelim. Tam da Gönül’e bunu sormak istiyordum. İçerideki tartışmaları aktarmasını rica edeceğim. Ömer'in söylediği Elon Musk'ın itirazları medyaya da yansıdı. Bayağı bir alt üst oluş var ve Demokratlar da herhalde ellerini ovuşturuyorlardır, öyle mi Gönül? Yoksa Trump'ın buradan bir başarı öyküsü çıkartma ihtimali var mı?
Gönül Tol: Kesinlikle. Kongre’deki Demokratlar, 2 yıl sonra yapılacak seçimlerde Cumhuriyetçiler çok ciddi bir yara alacaklar ve Trump'la başlayan otokratikleşmenin önü alınacak diye ümit ediyor, böyle bir beklenti var. Ömer tepkilerden bahsetti, zaten Trump'ın seçildiği günden itibaren, biz ilginç bir koalisyon olduğunu söylemiştik. İdeolojik olarak birbirinden çok ayrışan geniş bir koalisyonla seçimleri kazanmıştı Trump ve bu koalisyonu bir arada tutmak aslında çok güçtü. Çünkü bir tarafta toplumun en alt tabakası, çalışan, üreten kesim, bir tarafta da tekno milyarderleri, Elon Musk gibi isimler. Hem sınıfsal olarak hem kimliksel olarak birbirinden ayrışan bu koalisyonu bir arada tutmak çok zordu ve ilk çatlağını görmüş olduk. Elon Musk gümrük vergilerine ciddi bir tepki verdi. Onun kardeşi çok daha sert bir tepki verdi. Fakat asıl Demokratların ümit ettiği şey, Trump'ın tabanında bunun ciddi bir tepkiye yol açması. Çünkü aldığı kararlar bazı sektörlerde koruma sağlayabilir. Örneğin Amerikan çelik üreticileri kısa vadede bundan olumlu etkilenebilirler. Fakat imalat ve tarım sektörlerinde bu, maliyetleri çok artırdı. Çünkü bu sektörler sonuçta ithal girdilere bağlı. Bu kesimde de Trump'ı çok ciddi desteklemiş toplum kesimleri var. Bu asıl onların cüzdanını vurduğunda Trump'a ciddi bir tepki gelecek. Bir de tabii tüketici fiyatları arttı. Çünkü sonuçta firmalar daha yüksek ithalat maliyetlerini tüketiciye yansıttılar. Bunun da Trump'ın tabanında bir tepkiye yol açması bekleniyor ve ihracatçılar da zarar gördü, onu da söylemek lazım. Çünkü Ömer bahsetti, diğer ülkeler de misilleme yaparak Amerikan ürünlerine vergi koydu ve buradan da ihracatçılar zarar gördü. Trump'ın koalisyonunda yer almış bütün bu farklı kesimler zarar gördükçe, Demokratlar, iki yıl sonra ekonomik olarak bunun sandığa yansıyacağını bekliyorlar.

Ruşen Çakır: Sen yurtdışındaydın Ömer ama yine de izlemişsindir. ABD çapında yapılan Trump protestoları etkili oldu mu? Türkiye'de biz 19 Mart'tan beri çok yoğun bir protesto dalgası görüyoruz. Hatta ABD’deki eylemlere de Pikachu kostümüyle katılan olunca, Türkiye'de birtakım iktidar trolleri hemen büyük resmi gördüler. Ne dersin Ömer, etkili oldu mu? Çünkü Trump’ın iktidara gelmesi daha çok yeni ama hemen protestolar başladı.
Ömer Taşpınar: Protestoları Gönül anlatsın Ruşen. Ben pek takip edemedim ama Gönül'ün son söylediği şey çok önemli. Trump'ın seçilmesi aslında bütünüyle ekonomiye bağlıydı. Temelde ekonomi ve enflasyon nedeniyle seçildi ve şu anda attığı adımlar kendi tabanında ciddi sorun yaratıyor. Bu enflasyon meselesi Amerika'da durgunlukla beraber stagflasyona gidecek ve Demokratların sokağa çıkması ve hukuk devleti, demokrasiden uzaklaşma, otoriterleşme ve göçmenlerle ilgili bir sürü konularda konuştuklarının dışında, Trump'ın kendi tabanında da bir kayma olabilir.

Ruşen Çakır: Evet, Gönül o zaman protestoları senden dinleyelim.
Gönül Tol: Ömer “Trump'ın tabanında da bir kayma olabilir” dedi ya, o henüz olmadı ve o olmadığı için de bence bu protestolar istenen etkiyi yaratmadı. Siyaset bilimi literatüründe genelde bu tür halk hareketlerinin, toplumsal protestoların, istenen sonucu üretebilmesi için birkaç şart gerektiği söylenir. Bunlardan bir tanesi, protesto edenlerin net bir mesajının olması gerekiyor. Burada “Hands of / Ellerini Çek” diye çevirebileceğimiz bu protestolara çok insan katıldı gerçekten. Amerika'nın her eyaletinde protesto gösterileri yapıldı. Washington'daki protestolara 50 bin kişinin katıldığı söyleniyor. Fakat bence, bu etkinlik açısından baktığımızda bu protestoların şöyle bir problemi var: Mesaj net değildi. Kürtaj meselesinden Filistin konusuna, trans sporcuların haklarından göçmen mevzusuna kadar protestocuların pek çok talebi vardı. Bunların hepsi bu arada meşru talepler olabilir. Fakat bu talepleri anlamlı ve net bir slogan altında birleştirmediğinizde, bunun etkinliği azalıyor. Bu bence birinci problem.
İkinci problem, yine siyaset bilimi literatürüne göre bu tür protestoların etkili olabilmesi için ideolojik ve sınıfsal olarak farklı kesimleri bir araya getirmesi gerekiyor. Buradaki protestolar bu açıdan da çok başarılı değildi bence. Çünkü solcu gruplar bunu organize etti. Hatta bir gazeteci arkadaşım “Ben protestolara atıldım, bir hippi pikniği gibiydi” dedi. Yani Trump'a oy vermiş kesimlerin de o protestoların bir parçası olması gerekiyor. Farklı toplum kesimlerinin politik olarak bir arada olması ve bir ajanda altında birleşebilmesi önemliydi. Bu açıdan da bence bir başarısızlık var. Üçüncü olarak, bunun böyle bir kerelik bir şey değil, düzenli ve sürekliliği olan bir hareket olması gerekiyor. Bu “Hands Of” protestolarını düzenleyen biriyle plan nedir diye konuştum. “Bunlara devam edeceğiz” diyor. Ama protestocu olarak katılan insanlarla paylaşılmış bir yol haritası yok. Bir gün oldu, bitti mi, bir daha olacak mı olmayacak mı, bunu bilmiyoruz. Bütün bu sebepler nedeniyle bence istenen ve beklenen etkiyi yaratmadı. Yaratabilmesi için de organize edenlerin ciddi bir strateji değişikliğine gitmesi gerekiyor.

Ruşen Çakır: Evet Ömer, gelelim Trump-Erdoğan ilişkisine. Aşk denebilir. Trump, en son Netanyahu ile Oval Ofis’te yaptığı görüşmede, epey bir şeyler söyledi. Herhalde siz de bütün detaylarıyla izlemişsinizdir. Ama onun öncesi var tabii. Özgür Özel'in, Erdoğan'ı Amerikan mandacılığıyla suçlaması var biliyorsunuz. İmamoğlu kararının Trump'ın onayıyla alındığını söylüyor. Hakan Fidan da buna cevap verdi. Ardından, Netanyahu görüşmesindeki Erdoğan bölümleri düştü, ortalık karıştı. İşin içerisinde İmamoğlu, Netanyahu, Suriye ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelme ihtimali var. Ne dersin? Çok bereketli bir alan farkındayım, onun için soruyu nasıl soracağımı bilemiyorum.
Ömer Taşpınar: Ben şöyle cevap vereyim: Netanyahu, Washington'da Oval Ofis’teki Trump'la görüşmesinde umduğunu bulamadı. Çünkü Netanyahu Trump seçildiğinden beri ikinci kez geliyor. Aslında Trump'la ilk görüşmesi muhteşem geçmişti. Trump 2 milyon kişinin Gazze'den atılacağını söylüyordu, İsrail'e açık çek veriyordu ve gayet iyi giden dinamikler vardı. Bugün geldiğimiz noktada, Netanyahu üç konuda aradığını bulamadı. Bunlardan bir tanesi gümrük vergileri. İsrail'e de gümrük vergileri geldi. Netanyahu bu gümrük vergileri konusunda "Nasıl olsa biz ahbabız, bir şekilde bunu kendi aramızda çözeriz. Herhalde İsrail'e bu gümrük vergilerini uygulamaz” diye düşünüyordu. Hâlbuki Trump Trump’lığını yaparak, gazetecilerin sorularına “İsrail'e her yıl 4 milyar dolar para veriyoruz, daha ne istiyorlar? Biz İsrail'e bu kadar yardım ediyoruz, İsrail ekonomisi ayrıca son derece güçlü” dedi. Hiç o tarife, gümrük vergilerinin indirilmesi konusuna girmedi.
Netanyahu açısından ikinci önemli konu, Netanyahu, Amerika'nın bir an evvel İran'a saldırmasını istiyor anladığım kadarıyla. İran'ın nükleere doğru gittiğini düşünüyor ve nükleere gitmeden, ön alıcı, önleyici bir askeri müdahale peşinde koşuyor. Trump'la bunun lobisini yapmak istedi. Hatta ben geçen hafta Abu Dabi’deyken, Amerika İsrail’le birlikte bir hafta içinde vurabilir dedikoduları çıktı. Netanyahu Amerika'yı tam saha baskı altına almaya çalışıyor aslında. Trump yönetimi tıpkı Hamas konusunda yaptığı gibi Hamas'la direkt görüşmeler yaptı. Netanyahu’nun korktuğu şey, Trump’ın, İran'la masaya oturacak olmasıydı ve tam da o korktuğu şey de gerçekleşiyor. Körfez'de Amman ülkesinde, ki genelde zaten bunları Amman üzerinden yapıyorlar, Stephen Witkoff “İran temsilcisiyle yakınlarda nükleer konu,  İran'ın balistik füzeleri ve bölgesel direniş cephesi dediğimiz cephedeki faaliyetleri konularını masaya yatıracağız” dedi. Cephedeki faaliyetlerin en önemlisi, şu anda Yemen'de Amerika'nın ateş altında tuttuğu Husiler geliyor. Netanyahu burada gerçekten çok ciddi bir hayâl kırıklığı içine girdi. Beklediği şey Amerika'nın İran'la masaya oturması değildi. Çünkü İsrail'de Trump Amerika ve İran arasında bir büyük anlaşma çıkabilir korkusu var. Bu büyük anlaşmada da balistik füzeler, Hizbullah, Husiler gibi meseleler ne olur, 2015 yılında olduğu gibi sırf nükleere endeksli anlaşma çıkar mı? Çünkü biliyorsun Trump İran'la büyük bir anlaşma yapıp, kendini Ortadoğu'ya barış getirmiş bir lider olarak sunmak istiyor. Bu arada Suudi Arabistan da aslında bir bakıma endişeli. Suudi Arabistan, Amerika'yla İran'ın savaşa gitmesini istemiyor. Ama İran'ın bu görüşmelerden, balistik füzeler konusunda yine karlı çıkmasından da korkan bir Suudi Arabistan var. Suudi Arabistan diplomasi istiyor, hatta arabuluculuk bile yapabileceğini söylüyor, ama Trump'ın yine öngörülemez bir şekilde, İran'la bölgenin hoşuna gitmeyecek bir anlaşmaya girmesinden korkuyor.
İsrail'in hayâl kırıklığına uğradığı üçüncü konu Suriye oldu. Çünkü Trump Erdoğan'ı müthiş methiyelerle övdü ve “Erdoğan'a Suriye'yi ele geçirdiğini söyledim. Önce kabul etmek istemedi ama ‘Suriye’yi gerçekten aldın’ diye ısrar edince, o da sonuçta kabul etti" diyerek, mizah yollu, Türkiye'nin Suriye'de ne kadar egemen ne kadar güçlü olduğunu, Erdoğan'ın da kendisiyle iyi ilişkiler içinde olan bir lider olduğunu, Netanyahu'nun Oval Ofis’te hiç duymak istemeyeceği bir tonda söyledi. Bunlar yetmiyormuş gibi, bir de Erdoğan'la Netanyahu'yu bir araya getirip “Aslında barıştırmak da istiyorum” dedi. Netanyahu bütün bunlara karşı, Türkiye'nin, Suriye'de, neden askeri üs kurmasını istemediğini anlatmaya çalıştı. Suriye'de herhangi bir dış gücün egemenlik kurmaması gerektiğini, bunun Türkiye'yi de kapsaması gerektiğini söyledi. ‘’Amerika'yla çok iyi ilişkileri olan bir Türkiye var karşımızda ve eğer Trump yönetimi bizim aramızı bulmak, istiyorsa, Trump'tan daha iyisini de bulamayız’’ diyerek, bir bakıma bunu kabullendi. Netanyahu Erdoğan konusunda da istediği şeyleri duyamadı. Üstelik Trump Netanyahu’ya dönüp "Sizi bir araya getireceğim ve biz bir şekilde sizin aranızı bulacağız. Ama beklentilerinizi rasyonel tuttuğunuz sürece ben aranızı bulabilirim” gibi bir şey söyledi. Bu da gösteriyor ki, aslında Trump'ın kafasında, iki sevdiği lideri, Erdoğan ve Netanyahu'yu bir araya getirmek var. Bütün bunlar Netanyahu'nun istediği şeyler değildi.
Son olarak da onları Gönül daha iyi takip ediyor, Türkiye ile ilgili demokratik gelişmeler, İmamoğlu'nun tutuklanması konusunda, Senato’dan çok güçlü bir ses geldi; Chris Murphy Trump'ı eleştirdi. Fakat bu, Trump'ın bu tutuklamaya onay verdiği anlamına gelmiyor. CHP bunu aldı ve ‘’Trump'ın onayıyla bütün bunlar yapılıyor’’ dedi. Hâlbuki Trump'ın İmamoğlu'nun kim olduğundan haberi bile yoktur. Bu konuda Erdoğan'ın Amerika'dan bir yeşil ışık gelecek diye beklemesine gerek de yok. Bence, burada CHP eski ulusalcı refleksleriyle Anti-Amerikanizm’i de körükleyerek, ‘’bunlar zaten Büyük Ortadoğu Projesinin ortakları değil mi?’’ gibi o demode söylemine girdi. Trump hiçbir şekilde Türkiye'nin iç politikasıyla ilgilenmiyor bence. Onun bütün derdi, Ortadoğu'da genel makro dinamiklerle ilgilenmek.

Ruşen Çakır: Evet Gönül, sen ne dersin? Bence sanki Büyük Ortadoğu Hikâyesi ya da daha doğrusu ulusalcı tepkinin dışında bir şey var. Mesela Erdoğan dün yaptığı konuşmada, CHP'nin, Batı’nın kapısını çalıp karşılık bulamamasıyla dalga geçti. Eskiden böyle değildi. Hatta ben bugün “Erdoğan artık yurtta mutsuz cihanda mutlu” https://medyascope.tv/2025/04/09/erdogan-artik-yurtta-mutsuz-cihanda-mutlu-video/ başlığıyla bir yayın yaptım. Genellikle tersi oluyordu. Erdoğan’ın, içeride bir toplumsal meşruiyeti olup, dışarıda bir meşruiyet sorunu varken, şimdi, dışarıda çok az bir baskıya maruz kalıyor ama içeride eskisine göre çok farklı bir durum var. CHP de sanki burada rolleri değiştiriyor gibi geliyor bana. Sen ne dersin Gönül?
Gönül Tol: Bence de. Ben Ömer'in ‘’Özgür Özel bunu böyle Anti-Amerikancılığı körükleyerek demode bir şekilde yapıyor’’ demesine katılmadım. Bence, Batı karşıtlığı gibi şeyleri bir tarafa bırakalım, sonuçta onlar da siyaset yapmak zorunda. Hakan Fidan geçen gün bir bürokrat olarak çıktı, Türkiye'nin birinci partisinin liderine “Haddini bil” dedi. İçeride herkese sopa gösteriyorlar. Fakat Özgür Özel ‘’bize gücünüz yetiyor, içeride üniversite öğrencilerini pataklıyorsunuz, içeri alıyorsunuz, işkence yapıyorsunuz, ama dışarıda süt dökmüş kedi gibisiniz’’ şeklinde bir tablo çizmeye çalışıyor. Bence bu söylemi bir siyasetçi olarak etkili kullanıyor. Çünkü bir taraftan Adalet Bakanı çıkıp “Bizim mahkemelerimize kimse işte bir şey yaptıramaz, yargı bağımsızdır” diyor. Öbür taraftan Trump çıkıp dünyanın gözü önünde “Hatırlar mısınız, ‘biz Rahip Brunson'ı bırak’ dedik, Erdoğan da bıraktı” diyor. Burada ciddi bir çelişki var. CHP lideri de bir siyasi partinin lideri olarak tabii ki bunu kullanacak ve bence kullanmalı da.
O yüzden, Trump, Netanyahu ile yaptığı basın toplantısında Erdoğan'ı bir taraftan çok övdü, ama söylediği iki şey, bence Erdoğan'ı içeride zor durumda bırakacak şeyler. Bir tanesi, “Ben İsrail ve Türkiye'nin arasını yaparım söylemi.”  Bu neden Erdoğan'ı zor durumda bırakacak? Çünkü iç siyasi çıkarları gereği, Erdoğan'ın İsrail'e karşı çok sert olması gerekiyor. Hatırlayalım, 7 Ekim'den sonra Erdoğan'ın İsrail’e verdiği tepki, Erdoğan standartlarında son derece ölçülü bir tepkiydi, sert bir tepki bile değildi. Erdoğan ne zaman İsrail'e karşı eleştirinin dozunu yükseltti ve ikili ticaret konusunda adımlar attı? 31 Mart 2020 seçimlerini kaybettikten sonra. Kendisi de bunu söyledi. Mesela Yeniden Refah Partisi, Filistin konusunda “ikiyüzlü hükümet” söylemini kullanarak oy devşirdi. Erdoğan da “Bence biz bu yerel seçimleri kaybettik. Çünkü halkımıza İsrail ve Filistin konusunda durduğumuz yeri net bir şekilde açıklayamadık” dedi. Dolayısıyla, Erdoğan oy kaybettikten sonra İsrail'e karşı söylemini sertleştirdi. O yüzden de iç siyasi çıkarları açısından bu söylemini devam ettirmek zorunda.
Ama eğer Trump bu konuda aracı olursa, Erdoğan zor bir durumda kalacak. Bir taraftan Trump'ın istediğini yapamayacak, yani o söylemini yumuşatamayacak. Söylemini nispeten yumuşatırsa da siyasette ‘’işte bak Trump'ın dediğini yapıyorsun’’ noktasına gelmiş olacak. Trump'ın söylediği ve Erdoğan açısından problemli olan ikinci şey de “Rahip Brunson tutukluydu, biz istedik Erdoğan salıverdi” demesiydi. Bu, Erdoğan'ın hatırlamak istemediği bir an. Çünkü “ver papazı al papazı,” yani ‘’Gülen’i ver, biz de rahip Brunson'ı verelim” demişti. Trump da “Ben sana ekonomik yaptırım uyguluyorum” diye karşılık vermişti. Hatırlayalım, 2018 yılında Trump hem İçişleri Bakanı’na hem Adalet Bakanı’na yaptırım açıkladı ve aynı zamanda da Türkiye'den ithal edilen çelik ve alüminyum ürünlerine uygulanan gümrük vergilerini iki katına çıkardı. Bunların ardından Erdoğan Rahip Brunson'ı serbest bıraktı. Şimdi Trump’ın dünya kamuoyu önünde bunu hatırlatması, Erdoğan’ın, Amerikan baskısı karşısında geri adım atan lider olduğu iması. Bir de Türkiye’deki mahkemelerin Erdoğan'ın emrinde olduğunu herkese hatırlatıyor. Her iki argüman da zaten Özgür Özel'in, İmamoğlu'nun tutuklanmasından bu yana çok etkili bir şekilde kullandığı argümanlar. Bu nedenle de bence Erdoğan'ı zor durumda bırakıyor.

Ruşen Çakır: Ömer, saldırılar karşısında söz hakkın var, söyleyeceğin bir şey varsa söyle.
Ömer Taşpınar: Benim analizime göre Türkiye'de çok güçlü bir Anti-Amerikanizm var ve Erdoğan bunu çok güzel kullanıyor. “Bunlar Batıya, Amerika'ya bizi şikâyet ediyorlar” diyor. Öbür taraf da ‘’asıl Amerika'nın emrinde olan, Amerika'yla hareket eden sensin. Amerika yüzünden bunlar oluyor” diyor. Mesela CHP ‘’Trump'ın gelişi bütün dünyada Erdoğan gibi otoriter liderlere daha fazla zemin açtı’’ yolunda daha sofistike bir şey söylese anlarım, ama sanki o da Erdoğan'ı, Amerika'nın emrinde olmakla suçluyor. İki taraf da Türkiye'deki mevcut milliyetçi, Anti-Amerikan, bütün dünyayı Türkiye üzerinden okuyor gibi. Sanki Trump kalkıyor, ‘’Türkiye'de ben nasıl bir toplum mühendisliği yaparım ve Erdoğan'ın elini güçlendirecek ne yapabilirim?’’ diyor. Ben arkadaşlarımla, ailemle konuştuğumda onlar bile “Bak, Trump Erdoğan'ı güçlendirmek için neler yapıyor bak” diyorlar. Ortada böyle bir durum yok, Trump'ın Erdoğan'ı övmesi, CHP'ye “Trump nedeniyle bütün bunlar oluyor” deme hakkını getirmiyor. Bu bir Anti-Amerikanizm meselesi. Türkiye'deki gelişmeler biraz Amerika endeksli. Birisi ‘’Bunlar ülkeyi Batı’ya şikâyet ediyor’’ diyor. Öbürü “Yok asıl Batı’nın emrinde olan sensin” diyor. Bana göre dış politikaki meseleleri daha ciddi olarak masaya yatırmak yerine, içerideki gelişmeleri komplocu mantıklarla, bir şekilde gene Amerika'ya bağlama durumu var.

Ruşen Çakır: Orada tabii şöyle bir husus var; Hani bir senatör çıktı açıklama yaptı ya, Oradan cesaretle bunu söylediler. Senatörün adını hatırlayamadım şimdi.
Ömer Taşpınar: Senatörün adı Chris Murphy. Gönül anlatsın onu.
Gönül Tol: Chris Murphy ‘’İmamoğlu'nun tutuklanması Trump ve Erdoğan arasındaki telefon konuşmasının hemen ardından geldi, muhtemelen Trump buna yeşil ışık yaktı” dedi. Ben Ömer'in söylediğine şu anlamda katılıyorum: Trump İmamoğlu'nun kim olduğunu bilmez bile, hatta Amerika'nın kurucu babalarının adını bilmiyor. Tabii ki ben telefon konuşmasında, Erdoğan'ın “Biz İmamoğlu'nu tutuklayalım mı?’’ Trump’ın da “Tabii tutuklayın” dediğini, böyle bir konuşma geçtiğini zannetmiyorum. Bu arada Anti-Amerikan olmak için dünyanın ve Türk halkının da bin bir türlü sebebi var, onu da söyleyeyim. Hele de şu konjonktürde. Ama onun ötesinde, Amerika'nın söylediği, yaptığı şeylerin global demokrasi üzerinde bir etkisi var. Dolayısıyla, Trump'ın gelmesinin Türkiye'deki otoriterleşme üzerinde indirekt bir etkisi var. Çünkü Erdoğan Washington'a bakıyor. Önceden çekinirlerdi. Mesela Biden döneminde bile çok dramatik bir adım atmadan önce bir iki kere düşünürlerdi. Ama şimdi, kendi demokrasisinin altını oyan, dünyadaki otokratları sürekli öven bir Amerikan başkanı var. Muhtemelen Erdoğan ve ekibi de “Biz ne yaparsak yapalım, ülkedeki 85 milyonu dahi tutuklasak, bize sesini çıkaracak bir Avrupa ve Amerika yok” diye düşünüyor. Bu anlamda bu ülkede ve Avrupa'da olanların bir etkisi var.

Ruşen Çakır: Evet, dükkânı kapatıyor muyuz Ömer?
Ömer Taşpınar: Kapatalım.

Ruşen Çakır: Evet Anti Amerikan’ız, ne yapalım, böyle daha iyi oluyor. Evet, çok teşekkürler. Ömer Taşpınar üzerinden kutsal topraklara selam yollayalım. Gönül Tol ile de artık kalmayan globalizmin başkentine selam yollayalım. ‘Transatlantik’i böyle sonlandırdık. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
27.04.2025 Türkiye Venezuela olur mu?
23.04.2025 Transatlantik: İran'la nükleer müzakere | Harvard Trump'a direniyor
20.04.2025 Ben mi iyimserim yoksa siz mi kötümsersiniz?
19.04.2025 Birinci ayında 19 Mart: Bundan sonra neler olabilir?
18.04.2025 CHP mucizesi
18.04.2025 19 Mart partileri ve liderleri nasıl etkiledi? | Burak Bilgehan Özpek anlattı
17.04.2025 Nezih Onur Kuru yanıtladı: 19 Mart seçmende neyi değiştirdi?
16.04.2025 Özgür Özel Medyascope’ta: “CHP’yi yeniden sokakla tanıştırıyoruz, gerekirse 5 milyon da olacağız 10 milyon da”
13.04.2025 19 Mart Erdoğan’ın en büyük siyasi hatası olabilir: İşte hiç beklemediği on sonuç
13.04.2025 Türkiye enflasyonla mücadelede ne durumda? Murat Sağman anlattı
27.04.2025 Türkiye Venezuela olur mu?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı