Nereye gitti şu İrancılar?

17.04.2013 Vatan
فارسى بخوان

Diyarbakır’da, bir grup İslamcıyla Dicle Üniversitesi’ndeki olayları ve buradan hareketle PKK-Hizbullah gerginliğini tartıştığımız sırada içlerinden biri Hizbullah ile İran devleti arasında hâlâ çok güçlü ilişkiler olduğunu söyledi ve şöyle devam etti: “Tahran rejimi, çözüm sürecini sabote etmek için pekala Hizbullah’ı kullanmak isteyebilir.”
Onun bu sözlerinde hiçbiri yabana atılmayacak ama tartışmaya muhtaç üç önerme mevcut:
1) Türkiye Hizbullahı ile İran rejimi arasındaki bağlar, belki eskisi kadar olmasa da sürüyor;
2) İran rejimi Türkiye’deki çözüm sürecinden rahatsız;
3) Bu süreci baltalamak için Hizbullah’ı kullanabilir.
Ne var ki ben bu tartışmaların hiçbirine girmeyip muhatabıma şu soruyu yönelttim: “Hayrola siz İrancı değil miydiniz, ne zaman bıraktınız?” O da bana, hiçbir zaman İrancı olmadığını söyledi ama kendisi ve birlikte hareket ettiği çevrenin Tahran’a yönelik eleştirilerinin son yıllarda yoğunlaşıp sertleştiğinin doğru olduğunu da kabul etti.

İran’ın artan nüfuzu

Kasım ayı sonunda, Yahya Konuk imzalı “Bosna’dan Afganistan’a Cihadın Mahrem Hikayesi” adlı kitap üzerine yazdığım yazıda (Küresel cihada içerden ve samimi bir bakış) kendi halinde genç bir Türk İslamcının, Bosna, Afganistan, Keşmir ve Irak gibi topraklarda yaşadığı cihad serüveni boyunca İran sempatizanlığından İran düşmanlığına evrilmiş olduğundan kısaca söz etmiştim. Onun bu muazzam dönüşümünün istisna olmadığı ve sadece Türkiye’yi ilgilendirmediği ortadaydı. Konuyla biraz ilgili olanlar, Tahran rejiminin İslam dünyasının değişik bölgelerinde nüfuzunu artırmasına paralel olarak İslamcı hareketlerin büyük kısmıyla arasının açılmış olduğununun farklı örneklerinden haberdarlar.
Bu ilginç orantısızlığın birçok nedeni var. Öncelikle 11 Eylül 2001 terör saldırılarıyla küresel bir güç olduğunu gösteren El Kaide’nin ideolojisinde Şii (dolayısıyla İran rejimi) karşıtlığının çok belirgin olmasının altını çizmeliyiz. İkinci olarak, “Şii uyanışı” veya “Şii hilali” diye de adlandırılan İran’ın nüfuzunu artırmasından en çok rahatsız olan kesimlerin, yani Suudi Arabistan, Katar gibi Körfez ülkelerinin başını çektiği “Sünni blok” oluşturma gayretlerine dikkat çekmeliyiz. El Kaide’nin bir dönem bu krallık ve emirliklere de doğrudan saldırdığını biliyoruz, fakat Irak ve Suriye, taraflar arasında adı konmamış bir ateşkese, hatta belki de bir işbirliğine yol açmışa benziyor.

Türkiye’nin özgünlüğü

“Türkiye İran’a karşı ‘Sünni blok’ta yer alıyor mu?”, “Günümüz Türkiyesinde İslamcılar İran’a nasıl bakıyor?” gibi sorular hayli önemli. Her ne kadar günlük bir gazetenin köşesinin bu soruların cevaplarını aramak için çok yeterli olmasa da şimdilik beş not düşmek istiyorum:
·  Ankara ile Tahran arasındaki mesafe her geçen gün artıyor. Örneğin birkaç yıl önce nükleer soruna Brezilya ile birlikte alternatif arayışına yönelmiş olan Türkiye bir süredir topraklarındaki füze kalkanıyla İran’ı kızdırıyor.
·  İki ülke, Suriye’deki iç savaşta tamamen düşman kamplarda yer alıyor.
·  İran’ın yeni İmralı sürecine sıcak bakmadığı, hatta sabote etmek içinden elinden geleni yapacağı algısı Türkiye’de çok güçlü.
·  Ankara herşeye rağmen Tahran’ı alenen karşısına almak istemiyor ve bu bağlamda Körfez ülkelerinin inşa etmekte olduğu “Sünni Blok” içinde yer almamaya çalışıyor veya alsa bile bunu alenileştirmek istemiyor.
·  Türkiye’deki radikal İslami çevrelerin İran’a bakışlarındaki olağanüstü değişim büyük bir hızla devam ediyor. 1980’li yıllarda herkes kendisinin daha fazla İrancı olduğunu kanıtlamaya çalışırdı, şimdi çoğunluğu oluşturanlar sayıları iyice azalmış olan İran yanlılarının “aslında casus” olduğunu kanıtlama gibi garip bir uğraş peşindeler.

Bu konuya devam edeceğe benzeriz.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
10.11.2024 Hasan Cemal ile söyleşi: Zamâne Diktatörleri
07.11.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Bahçeli DEM Parti açılımından ne umuyor, ne bulabilir?
06.11.2024 Transatlantik: Trump nasıl kazandı? Türk-Amerikan ilişkileri nereye?
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı