Hükümet olmaktan devlet olmaya terfi edince...

26.10.2013 Vatan

Dün Galatasaray Üniversitesi’nde, Burak Cop’un öğrencilerle Milli Görüş hareketi üzerine bir ders yaptık. İlk kez 10 yaşında ayak bastığım ve geceli-gündüzlü bir öğrenim yılını geçirdiğim o binayı 41 yıl sonra bu şekilde yeniden ziyaret etmek güzel bir duygu. İşte bu yazıyı o derste anlattıklarımdan, siyaset bilimi öğrencilerinin yönelttiği sorular ve yaptıkları yorumlardan hareketle kaleme alıyorum.
Derste,1969 yılında "Bağımsızlar hareketi" ile yola konulan Milli Görüş’ün inişli-çıkışlı tarihinin dönüm noktalarını ele aldığımızda şu gerçekle bir kez daha karşılaştık: Türkiye’nin ilk ciddi bağımsız İslamcı partisinin kaderini büyük ölçüde egemen güçler belirlemiş: 1) Daha yolun başında Milli Nizam Partisi’nin kapatılması; 2) Necmettin Erbakan’ın MNP’nin yerine kurulan Milli Selamet Partisi’nin başına geçmesine icazet verilmesi; 3) 12 Eylül’le birlikte aynı MSP’nin, Erbakan dahil üst düzey yöneticilerinin tutuklanması; 4) 12 Eylül sonrası kurulan Refah Partisi’nin tam istim üzerindeyken kapatılıp Erbakan dahil birçok yöneticisine siyaset yasağı getirilmesi; 5) Kolu kanadı kırık Fazilet Partisi’nin bile varlığına tahammül edilememesi...

Mecburi ittifak

Bütün bunlar ülkemizdeki, "derin devlet" diye adlandırılan yapının, Milli Görüş’ü dar bir alana hapsetmek istediği, sınırları zorlayıp kabına sığmadığındaysa ona çok ağır baskılar uyguladığının kanıtları. Ama AKP bu kısır döngüyü kırmayı becerdi. Bunu da "ulusal" sisteme karşı "uluslararası" sistemin desteğini alarak gerçekleştirdi. Kuşkusuz bu pek de kolay olmadı. Ancak uluslararası güç odakları, DSP-MHP-ANAP koalisyonunun çökmesiyle birlikte çok önem verdikleri Türkiye’yi Milli Görüş’ün yenilikçi kuşağının yönetmesine fazla itiraz etmediler. Bunun birkaç nedeni vardı. Öncelikle ortada başka bir alternatif yoktu. İkincisi, AKP, "derin devlet"ten gelebilecek tehditlere karşı uluslararası sisteme normalin üzerine bağımlı olacaktı. Üçüncüsü Türkiye’de ordu, Washington merkezli sisteme rakip güç odaklarıyla ilişkiler geliştirmeye niyetleniyordu.
Sonuçta her iki tarafın da bütünüyle içine sindiremediği, ama bir bakıma mecbur olduğu bir ittifak, ya da daha hafif deyişle işbirliğine tanık olduk. Özellikle AB sürecine paralel olarak üstüste yapılan reformlar döneminde bu işbirliği ve uyum zirveye çıktı. Öyle ki TSK içinde AKP’ye karşı darbe planları yapan generallerin hevesleri de, arkalarında Batı desteği olmayacağını anladıkları için kursaklarında kaldı.

Normale dönüş

27 Nisan e-muhtırası, Temmuz 2007 genel seçimleri, Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkması ve Ergenekon-Balyoz vb. davalarıyla birlikte siyasi iktidar, Fethullah Gülen cemaatinin de aktif ve hayati desteğiyle askeri vesayeti büyük ölçüde sonlandırdı ve "derin devlet"i tasfiye etti. Kısacası AKP hükümet olmaktan devlet olmaya terfi etti. İçerdeki tehditlerden kurtulmuş olmanın sağladığı güç ve özgüvenle, artık eskisi kadar mecbur olmadığını düşündüğü uluslararası sistemle ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye başladı.
İşte ne zamandır bu yeni dönemle birlikte gündeme gelen paradigma değişimini ve bunun doğurduğu sorun ve çatışmaları takip ediyoruz. İlk krizin " One Minute " ve Mavi Marmara nedeniyle İsrail’le yaşanmış olması tesadüf olmasa gerek. Fethullah Gülen’in de, hükümetin uluslararası sistemden bağımsızlaşma yolunda attığı ilk ciddi adımlardan olan Mavi Marmara olayında, yapılanları eleştirmesi, üstelik bunu Wall Street Journal üzerinden yapması da herhalde tesadüf değildir.
Son olarak Hakan Fidan’a yönelik Batı basınında başlatılan karalama kampanyasının faturasının en azından bir bölümünün, hükümete yakın bazı isimler tarafından yine Gülen cemaatine kesilmek istenmesini; Başbakan’ın da bu kampanyaların miladı olarak Oslo sürecini, diğer bir deyişle 7 Şubat 2012 günü patlak veren MİT krizini işaret etmesini de bu bağlamda değerlendirebiliriz.
Tartışmayı, işin içine Suriye, Irak, İran, Mısır ve Filistin’i de dahil ederek yarın sürdürmek üzere.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
10.11.2024 Hasan Cemal ile söyleşi: Zamâne Diktatörleri
07.11.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Bahçeli DEM Parti açılımından ne umuyor, ne bulabilir?
06.11.2024 Transatlantik: Trump nasıl kazandı? Türk-Amerikan ilişkileri nereye?
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı