Dün sosyal patlamayı öngöremeyenler şimdi önlerini göremiyor

04.06.2013 Vatan

Gezi Parkı eylemleri ilk başladığında Başbakan Erdoğan "biz kararımızı verdik, kimse de değiştirtemez" diyerek kestirip atmıştı. Herhalde az sayıdaki gencin başlattığı bu çevre eyleminin büyük bir toplumsal patlamaya dönüşeceğini hiç düşünmemişti. Haksız da sayılmazdı çünkü 10 yılı aşkın iktidarında AKP bir yandan başta TSK olmak üzere devlet içindeki eski iktidar odaklarını büyük ölçüde tasfiye etmeyi başarmış, öte yandan her türlü toplumsal muhalefeti, sık sık devletin şiddet tekeline başvurarak etkisiz kılmayı becermişti. Bunun tek istisnası Kürt siyasal hareketidir ki onunla da müzakere yoluna giderek bildiğimiz çözüm sürecini başlattı.
Şöyle bir düşünelim: Tekel örneğinde olduğu gibi işçi direnişleri, ODTÜ örneğinde olduğu gibi öğrenci eylemleri hep belli bir noktaya gelip, iz bırakmakla birlikte söndüler. Ulusalcı kesimlerin Cumhuriyet mitinglerinden, Ergenekon, Balyoz davaları vesileleriyle örgütledikleri gösterilerden ve en son devlete rağmen 29 Ekim'i kutlamalarından da fazla bir şey çıkmadı.

Belirsizlik göstericilerin lehine

İşte bu ve saymadığımız diğer örneklerden hareketle Başbakan son derece özgüvenli bir şekilde hareket etmiş ve "nasılsa bunu da bastırırız" diye düşünmüş olmalı. Ama olmadı, siyasi iktidarın öngörüsü tutmadı. Aslında bu patlamayı, onun aktörleri de dahil olmak üzere kimsenin öngörmüş olduğunu söyleyemeyiz. Dolayısıyla hemen herkes yarın ne olacağını kestiremiyor, önünü göremiyor.
Bu önünü görememe halinin direnişin aktörleri açısından fazla sorun teşkil edeceğini sanmıyorum. Çünkü anlaşıldığı kadarıyla bu hareketin başarısının en büyük sırrı, öngörülemez olması, önceki deneyimlere pek benzememesi. Dolayısıyla bu belirsizliğin direnişin lehine olabileceğini bile öne sürebiliriz.
Ancak aynı şey siyasi iktidar için söz konusu değil. Değil çünkü önünü göremeyen bir iktidar, son örnekte açık bir şekilde gördüğümüz gibi, en fazla ihtiyacı olan şeyi, yani siyasi istikrarı riske atar. Halbuki AKP hükümetinin tam da bütün sorunlara rağmen içerde ve dışarda itibar sahibi olmasının asıl nedeni siyasi ve buna bağlı olarak ekonomik istikrarı belli ölçülerde sağlayabilmesiydi.

Son 10 yılın en büyük krizi

İçinden geçtiğimiz sürecin önemi, son 10 yılda siyasi istikrarın belki de ilk kez bu kadar risk altında olmasıdır. Ancak Başbakan bu gerçeği ya görmüyor ya da görmek istemiyor. Bir yandan "herkesin başbakanıyım" deyip diğer yandan sokağa dökülen insanları "aşırı uç", "çapulcu" gibi yaftalarla aşağılıyor, onları iç ve dış bazı (belirsiz) odakların basit birer piyonu olarak göstermeye çalışıyor. Onun bu yangına körükle giden tutumu, devlet içinde, başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmak üzere, ortamı yumuşatmak isteyen isimlerin çabalarını da büyük ölçüde etkisizleştiriyor.
Söylenecek çok şey var ama Başbakan'ın tutumu nedeniyle bu konuyu daha çok konuşacağa benzediğimiz için bugün sadece birine değinerek yazıyı sonlandırmak istiyorum. Malum "sokağa çıkmak için can atan yüzde 50" olayı. Önce miting meydanına bir milyon kişiyi taşımakla başlayıp ardından ülkenin yarısına kadar gelen Başbakan'a, yakın çevresinden kimse, bu tür söylemlerin son derece riskli olduğunu söylemiyor olabilir mi? Umarım söyleyen vardır. Yine de buradan bu tür gözdağı vermelerin hiçbir işe yaramayacağını, sorunu çözmek yerine daha da derinleştireceğini, çünkü sokağa çıkmış olan insanların büyük kısmının korku eşiğini çoktan aşmış olduklarını söylemek durumundayım.
Umarım siyasi iktidar bir nebze de olsa önünü görür ve bütün ülkeyi tehlikeye atacak yollara başvurmak yerine Gezi Parkı direnişinin mesajlarını alıp gereğini yerine getirir.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
10.11.2024 Abdullah Öcalan’a sormak istediğim 20 soru
10.11.2024 Hasan Cemal ile söyleşi: Zamâne Diktatörleri
07.11.2024 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Bahçeli DEM Parti açılımından ne umuyor, ne bulabilir?
06.11.2024 Transatlantik: Trump nasıl kazandı? Türk-Amerikan ilişkileri nereye?
05.11.2024 Hatem Ete ile söyleşi: Bahçeli ile Erdoğan ayrışıyor mu?
03.11.2024 Fethullah Gülen öldüğüyle kaldı
01.11.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (239): Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atandı - CHP ne yapacak?
30.10.2024 Transatlantik: ABD seçimlerine son 5 - Türkiye’de çözüm süreci tartışmaları İsrail’in İran’a cevabı
27.10.2024 Ertuğrul Özkök niçin Fethullah Gülen’i çok sevmişti?
19.11.2024 Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı